Yüzyıllık Hikaye
“Geçmişinden koparılmış insan, köksüz ağaca benzer. En ufak bir rüzgârda devrilir.”
Bir gün, en yakın arkadaşınız ve annenize, bir otelde “âşık olduğunuz adam” adına randevu veriyorsunuz. İkisi de âşık olduğunuz adama âşık. İkisi de birbirini tanımadan sizi karşılarında görünce şaşırır. Çünkü bekledikleri siz değilsiniz. Onlara o adamdan, hepinize bir mesaj olduğunu söylüyor ve size teslim edilen zarfı açıyorsunuz.
Kalp atışlarınızı buradan duyabiliyorum. Açıkçası Suzanne’nın yerinde olmak istemezdim. Kim ister ki?
Yüzyıllık hikaye, beş kuşaklık bir aile öyküsüdür. Bir gün Suzanne, annesi Kelly ve arkadaşı Halida’yı, Muzaffer adına bir otele davet eder. Diğer iki kadın Muzaffer yerine karşılarında Suzanne’yi görünce çok şaşırırlar.
Suzanne, onların önünde Muzaffer’in onlar için ayrı ayrı yazdığı kitapların bulunduğu zarfı açar. Her bir kadının hikâyesini okumaya başlar.
Kitabın girişinde bu karşılaşmanın gerginliğini, her bir kadının içindeki fırtınayı okuyorsunuz. Burada yazarı takdir ettim. Aslında tüm kitap boyunca takdir ettiğim detaylardan biridir. Yazar Osman Gazi Kandemir, bir erkek olmasına rağmen kadın ruhunu detaylı şekilde yansıtmayı başarmıştır.
Suzanne, Kelly’nin yani annesinin öyküsü ile okumaya başlasa da ben size kitabı, kendi çizdiğim aile haritası üzerinden -ki bu en sade şekilde kendim de okurken takip ettiğim harita oldu- Valeria’den başlayarak biraz biraz anlatacağım.
Valeria, tüm hikayeyi başlatan kadın aslında. Londra’da, çeşitli zengin ailelerin yanında mürebbiyelik, bakıcılık gibi görevler yapmaktadır. Sonunda hayat onu İstanbul’a sürüklemiştir.
Valeria, hayatı için hep şöyle düşünür “Tanrı, önünüze yollar çıkarır, siz seçersiniz onlardan birini”.
İstanbul’da eski adıyla Hilal-i Ahmer, şimdiki adıyla Kızılay olarak bildiğimiz vakıf bünyesinde hemşire olarak görev yaparken Balkan harbi başlar. Burada yaşadığı deneyimler onda unutulmaz anılar bırakır… “Bize göre farklı bir medeniyetle yoğrulmuş ahlâk anlayışları gereği, ölmek üzereyken bile ecnebi kadının yüzüne bakmadan konuşabilmek, bir yudum istememek, ecnebi erkeğini düşmanı gibi görmemek ancak ve ancak Türklere mahsus bir tavır olabilirdi” der, kendi hatıra defterinde yazdığı satırlarda.
Savaş gazisi olarak hastaneye getirilen Muhsin’in hikayesi onu etkiler. Muhsin ve kızı Zeynep ile yakından ilgilenirken arlarında duygusal bir bağ oluşur ve evlenirler. Muhsin zorunluluktan orduya katılır ancak geri gelemez. Yaşadığı sıkıntılar sebebiyle Londra’ya dönmeye çalışırken, yolculuk sırasında Zeynep’i kaybeder Valeria… Yanında ise Muhsin ile ikisinin ortak kızı Safiye yani Sophie vardır.
Zeynep, babasının geri geleceğine olan inancını kaybetmez ve Valeria ile gemiye binerken kaçıp saklanır. Sonrasında onu bulanlar yetimhane verirler. “Bana önceden haber vermediği için Valeria’ye çok kızdım, güvenim sarsıldı birden. Yine de terk etmek değil, cezalandırmak için kaçıp saklanmak istedim.” Der, o günleri anlatırken Zeynep. Üç yıl sonra geri gelen babası dahil herkes Valeria’nin Zeynep’i bırakıp gittiğini düşünür. “Babacım, Valeria beni bırakmadı, beni götürecekti ama ben kaçtım.” Dedim. Onu suçlamasını istemiyordum, hak etmiyordu. Babam hiç konuşmadı, nasıl oldu, nereden kaçtın demedi. “ diyen Zeynep’i kimbilir hangi kalp yükü ile duymazdan gelir Muhsin bey.
Zeynep, Hazım ile evlenir ve bu evlilikten Sinan adında oğlu olur. Sinan’ın Halida ve Halid adında çocukları olur. Halid ve Halida, Bosna Hersek savaşına tanık olur. Korkunç günler yaşarlar. Bizlerin televizyon ekranlarında, gazetelerde gördüğümüz haberleri onlar birebir yaşamıştır.
Halida , uğradığı tecavüzden sonra yanına gelen kadına “ Düşünebiliyor musun, babamın ve kardeşimin gözlerinin önünde…” der büyük bir acıyla.. O kadın ise “ Benimki kocamın ve çocuklarımın gözlerinin önündeydi “ diye fısıldar… Dakikalarca bakıp kaldım bu satırlara. Bir kadın olarak bir kadının acısını tüm zerremde yaşadım.
Sinan, o günleri anlatırken şu satırları görüyorsunuz, yüreğinize batan her bir sözcükle “Niye böyle oldu, niye birbirimize böyle saldırdık bugün olmuş hala anlamış değilim.
Bu hadiseler yüzyıllar önce olmadı. Bu hadiseler dünyanın kuytu bir köşesinde de ölmedi. Yirminci yüzyılda Avrupa’nın ortasında oldu. Benim karım yirminci yüzyılda Avrupa’nın ortasında köle gibi satıldı, kızım sayısız tecavüze uğradı, oğlum kötürüm kaldı.”
Yıllar sonra Halida iyileşir ve küçük bir sahil kasabasında pansiyon işletmeye başlar. Otel müşterileriyle yaşadığı sorunlarda nereden çıktığını anlamadığı yan komşusu yetişir imdadına. Adı Muzaffer olan bu komşudan çok etkilenir, âşık olur. Kimdi bu adam?
Annesi ile Londra’ya giden Sophie, burada Ronald ile evlenir. Charlie adından bir oğulları olur. Charlie ve Julie’nin bir kızı olur. Kelly!
Kelly, babasının ölümünden sonra annesinden nefret eder ve evden kaçar. 15 yaşında kızı Suzanne’yi doğurur. Büyükannesi Sophie ve onu doğuma götüren Kevin adlı gencin desteğiyle kızını büyütür. Kelly insanlar ve hayat hakkında “ hoş olan çoğunlukla yanıltıcıdır “ diye düşünür. Öyleki “ Tahakküm kurmak isteyenler genellikle insanlara hoş ve kültürlü görünür. Nazi toplama kamplarındaki yöneticiler, Mozart dinler, Goethe okurdu. Atom bombası yapanların da çevrelerine karşı hoş göründüklerine eminim “ der… düşündürücü değil mi?
Kelly ve Kevin, Londra’da bir otel işletirken otele müşteri olarak gelen Muzaffer, Kelly’nin ilgisini çeker. Aralarında ne geçtiğini kimse bilmez. Kelly’de anlatmaz. Bu gizem evliliğini bitirir. Kimdi bu Muzaffer?
Suzanne, baba bildiği Kevin, Kelly ve eşi Timothy ile mutlu bir hayat sürdürmektedir. Ta ki eşinin onu aldattığını öğrenene kadar. Oysa annesi haklı çıkmıştır “ Erkek dediğin üç dakika güzellikte, bir ömür muhabbete oyalanır. Muhabbetin yoksa, onun ruhunu okşayacak lafları edemiyorsan, yüzüne bakar bakar gider.” Demiştir annesi ona. Suzanne, büyük bir hayal kırıklığı ile çıktığı tatilde Muzaffer ile tanışır.
‘Muzaffer “ Timothy’yi anlatmak ister misin?” deyinceye kadar kendimi güven denizinin ortasında yüzer gibi hissediyordum. Öylesine huzurluydum ki anlatamam. Öylesine huzurluydum ki anlatamam. Kollarında dans ettiğim adam dün akşamdan beri garip bir şekilde hayatıma girip merkeze yerleşmişti. Onu gördüğümden beri ne Timothy’yi,, ne de yapacağım işleri düşünmüştüm.” Diye duygularını dile getirir Suzanne. Kimdi bu adam?
Kimdir bu Muzaffer, aniden ortaya çıkar? Hikayenin kadınlarını nasıl tanımaktadır, onların hayatlarına neden girip çıkar? Neden Suzanne’dan, Kelly ve Halida’yı bir araya getirmesini ister? Muzaffer, neden kitapları teslim etme görevini Suzanne’ye vermiştir?
Kelly’nin büyükannesi Valeria’dan kalan sandığının ve Halida’nın boynundaki muskanın sırrı nedir?
Bu soruların yanıtları tabii ki kitabın satılarında gizli.
Kitap, Osman Gazi Kandemir’in 3. kitabıdır ve ustalıkla yazılmış. Kitabı okurken bu yazar ,”yazar olmak için doğmuş” dedim içimden… Ancak kitabı akıcı olarak okumakta zorlandım. Çünkü uzun paragraf cümleleri vardı. Cümlenin başını, sonunu kaçırmamak için dikkatli ve yavaş okumak zorunda kaldım.
Diğer yandan yazarın üslupla ilgili olarak yazımında bir detay vardı. Hangi kuşağı anlatıyorsa o dönemin dilsel özelliği ile yazılmıştı o bölüm. Valeria’nın yaşadığı dönemi anlatırken dil ağırlaşsa da Kelly ve sonraki kuşakları anlatırken günümüz Türkçesi ile anlatım yaptığı görülmektedir.
Keyifle okudum, dilerim sizler de keyifle okursunuz.
Yüzyıllık Hikaye
Osman Gazi Kandemir
Bilge Kültür Sanat
352 sayfa, 2016
Dilek Özcan
Kitap Cafe
https://www.instagram.com/dilekin_guncesi/