Yeraltından Mektuplar
Dostoyevski’nin Yeraltı Adamı ve Camus’un Clement’inin Mektuplaşması
Dostum Clamence
Bugün hava her günden daha kasvetli. Gökyüzü siyah bulutların hışmına uğruyor. Ben ise böyle havaları seviyorum. Bana hissettirdiği anlamlar epey fazla. Ama bu konuyu daha sonra uzun uzadıya paylaşacağım. Bugün ise mektubun bir amacı var. Bir soruya cevap bulmak.
İnsan içerisinde saklı bir kutu bulundurur. Önemli eşyaları koyduğumuz vernikli minik sandıklara benzediğini düşündüğüm bir sır kutusu. İyi ve kötü olanın mahşerden önce karşılaştırıldığı ve bir nevi mahşer provasına sahnelik eden bir kutu. Düşünüyordum da benim kutumda bir sırrım olup olmadığından emin olamadım. Kendime dair emin olduğum tek bir düşüncem dahi yok. Hayır var. Elbette var. İçimde bir sır kutusu var ve bu kutuyu bu yazımda sana sunacağım. Bundan eminim. Çünkü daha önceleri buna benzer durumları seninle paylaştım özellikle Liza hakkında kendime dahi söyleyemediğim şeyleri. Bugün bile onu ne zaman düşünsem ellerimi saçlarının arasında şefkat ile okşarken düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Ama bugün konu Liza’da değil.
Clamence, uzun bir zamandır içinde bulunduğum bu ruh bunalımının bir nedenini arıyorum. Uyumak, uyanmak, yemek yemek, yazı yazmak ve dahası yaşamak için aradığım sebebi bulamamaktayım. Varlığıma bir anlam yüklemenin bir yolu elbette var. Olmalı. İnanç her şeydir dostum. İnancın olmadığı yerde kaos vardır. Bedenler korku kıyafetlerinden yoksundur ve korkusuz insan şeytanın esiridir. Çünkü başımıza buyruk olmamız ve eylemlerimizin neticelerinden endişe duymamamız onun gayesidir. Esir ve inançlı arasında tercih yapacaksam inançlı olmayı seçerim. Biliyorum inançta bir tür esaret diyeceksin. Katılıyorum, lakin mecburiyet halimi göz önünde bulundurmanı isteyeceğim. İnanmaya ihtiyacım var. Neye mi? işte mektubumun asıl amacı bu sorunun cevabını bulduğumu sana söylemek.
Yıllardır kim olduğumu ve neden varoluşumun bu çirkin bedende can bulduğunu düşünüyorum. Beynimin kıvrımlarının her bir giriftinde önü bu soru çıkıyor. Neden bu haldeyim? İlk olarak yaratılış kısmını bir şekilde algılamaya çalıştım. Bu benim elimde değildi. Kabullendim. Fakat sonrası hakkında birçok soru işaretim ile suçluyu aramaya devam ettim. Ailem yoktu ve olsalardı böyle olmazdım dedim arkadaşlarım beni aralarına alsalardı böyle olmazdım dedim o gün o lanet subay bana çarpmamış olsa kesinlikle böyle olmazdım dedim fakat suçluyu bu gece sularında fark ederek hepsini temize çıkardım. Sevgili dostum, tanıdığım en iyi avukat olarak bu suçluyu cezalandırmama yardım et. Beni hayatın karşısında küçük düşüren, ağlatan, benimle dalga geçen, düşüncelerimi ağzıma tıkayıp benim hakkımda kararlar veren bu caniyi cezalandırmak istiyorum. Fakat burada kimseyi bu zor davaya girmeye ikna edemedim.
Senden istediğim şey ise bu davayı açmama yardım etmen. Kendimden davacıyım Clamence. Ne ailem ne arkadaşlarım ne Liza ne Subay ne de beni bu beden de yaratan tanrı. Hiçbiri suçlu değil. Asıl suçlu benim. Ben ve benim yeraltından çıkma düşüncelerim. Kendim olamayan, kendimi baskılayan diğer yanım. Köleleştirildiğimi düşünüyorum ve kendimden şikayetçiyim. Lütfen en yakın zamanda bana cevabını ilet. Bu davanın hükmünü kendim vermek istemiyorum. Sevgilerimle…
Dostum.
Öncelikle uzun zamandır havayı görmediğimi belirtiyorum. Bu aralar kendimi biraz yorgun hissediyorum. Sanki üzerimden tonlarca boğa geçmiş ve matador hala bayrak sallıyor. Yorgunluğum öfkeme evriliyor ve beni büsbütün ele geçiriyor. Çevremden dahası kendimden uzak kalmaya ihtiyacım var. Kendimi eve katarak ilk kısmı gerçekleştiriyorum fakat eve kapanmak kendimden kurtulmama asla izin vermiyor. Tam da bahsettiğin sır kutusu, gecenin olmadık zamanlarında gevşetiyor kilidini ve ben gıcırtısından uyku nedir bilmiyorum. Zayıfladım sanırım. Artık çok daha az yiyorum. Aslında çok daha az konuşuyorum, çok daha az geziyorum, çok daha az yazıyorum. Bunun yanında sürekli bir makine gibi düşünüyorum. Zamanın yolculuğunu geçmiş ve bugün arasında yaparken, azalan her şey gibi ben de azalıyorum. Oysa düne kadar böyle bir hale gireceğim aklımın ucundan geçmezdi. İnsanlara hep pozitif yaklaşmaya çalışır, kendime hep ne olursa olsun yola devam et ardına asla bakma derdim. Fakat ardına bakmayan bu hayattan iz bırakmadan kayboluyormuş. Artık eminim ki hislerini ancak ben anlayabilirim. Özellikle varlığına duyduğun anlamlandırma çabası ve neticeye varamamış olman bana bir nebze kendimi hatırlattı. Buna nasıl bir çözüm getirmemi bekliyorsun bilemem ama avukatın olmayı kabul ediyorum. Yalnız bir ricam olacak. Biliyordun birkaç kez bahsettim. Avrupa’nın son hallerinde adalet göreceli bir hal aldı. Kendi içini paylaşacaksan bunu bu mecrada yapıp deli olup olmadığımızı onların inisiyatif bırakmamayı öneriyoruz. Kendi mahkememizde yargılanacağız. Ben sana sen de bana şahitlik yapacaksın ve birbirimizin suçlarına dair hüküm vereceğiz.
Senin hakkında vardığım ilk kanı, senin kendine söz hakkı vermenin çok gecikmiş olduğu. Tek sen de değil ben de varım bu suçun içinde, hatta tüm toplum var. Düşüncelerin belirli bir düzen halinde topluma sunulması ve düzenden anlamayan bu toplumdan onay beklenilmesi… Sen bir yeraltı adamı, ben bir avukat ve toplumun herhangi bir bireyi, mesleği olsun olmasın, aklından geçirdiği fikrin olurluğunun tespitini başkalarına bırakıyor. Sormamız gereken ilk kendimiziz. Biliyorum yaralandığını ve Subaydan hayat boyu nefret edecek olmanı. Oysa düşünmeni istiyorum, o odada sen ve Subay yalnız olsaydınız ve o anı senden başka kimse görmemiş hatta asla öğrenemeyecek olması seni bu denli kızdırır mıydı? Kızdırsa bile etkisi bu denli uzun sürmezdi diye düşünüyorum. Oysa en aciz, en sefil hislerimiz rezil olma korkusunu barındırıyor. Bir başkasının gözünde ne olduğuna değil, özüne odaklanmanı öneririm. Sevgili dostum, lütfen kendinize seslenin ve cevap bekleyin. Yeraltında yankı çok olmaz. Sevgilerimle… Clement.