Uyursak Geçer Mi?

Kitap kapağını okuyunca düşündüm; küçükken kalbim kırıldığında, canım yandığında, unutmak istediğim bir şey olduğunda annem “uyuyunca geçer” derdi. Çocuklukta her şey ne kadar basitti; bir kelime ile geçiyordu işte. Peki ya büyüyünce, her yanımızı hüzün kaplayınca, geçmişin anıları ardımız da bir bir sıralanınca, acılar zihnimizi bir yumak gibi sarınca da uyursak geçer miydi? Yoksa o geçmeler çocukluğumuzun masumiyetinden miydi?

Öykühâne olarak tanıdığımız benim “Sonhabar’ın Kızı” dediğim Seda Eroğlu’nun ikinci kitabı olan “Uyursak Geçer Mi?” bir su gibi aktı gitti. İlk kitaptan alışık olduğum cümle ahengi bu kitapta da yerini almış. Tasvirleri harikaydı, anlatmak istediği duyguları birebir yaşadım okurken.

“Kendimi bıraksam boşluğa, kar taneleri gibi süzülsem, sonra uzunca yollar aşıp başka başka diyarlarda yol taşlarını örtsem. Bir sokak lambası altında hiç basılmayarak kristallensem, oracıkta öylece donuversem, belki daha az yanar canım.”

Kitabın üç ana karakteri var; Kader, Hayat ve Can. Hepsi birer soyut isim. Kitabı okurken bir insan ismi olarak beynimizde yer etmesinin yanı sıra yazarın özellikle bu isimleri seçtiğini düşünüyorum. Yaşam döngüsü içinde birbirine bağlı ve ayrılmaz olmasını, okudukça kitaptaki karakterler arasında da görüyoruz.

Uyursak Geçer mi?Kitap bölümler halinde anlatılmış. Karakterlerin yaşadıkları hayata ayrı ayrı konuk oluyoruz. Her birinin hayat hikâyesini kendinden dinleyerek çocukluklarına, hayallerine, hatalarına, pişmanlıklarına, hayata olan duruşlarına, sevgilerine, birlikte ortak oluyoruz. Ortak olduğumuz bu hayatlar bir noktadan sonra kesişerek hepsinin hüznü ve umudu birbirine karışıyor.

“Umut, sonlanması istenmeyen cümlelerin sonuna konulan üç nokta gibidir. Var oldukça hayat sürer.”

Özellikle Kader’in çocukluk hikâyesi beni çok etkiledi. Annesiz bir çocuğun sevgisiz bir ortamda büyümesi hangi yüreği dağlamaz ki. En basit sevgi gösterisi olan bir baş okşamasından bile mahrum bırakılan bir kız çocuğu, hangi kalp kırıklıklarını doldurabilir ki küçücük göğsüne!

“Oysa küçücüktüm, kırılgandım, sevgiye açtım. Bir kere bile olsa saçlarıma şefkatli bir ele hasrettim. Olmadı. Banyo yaptırılırken hırpalanan, saç kesilirken canı acıtılan, yemek yerken dökersen başına kaşıkla vurulan küçük Kader…”

Yazarın dili gayet sade ve ahenkli; bu da kitabın akıcılığı arttırıyor. Kitapta kurgu ve diyaloglardan çok Kader, Hayat ve Can’ın gözünden bölümler halinde aktardığı için daha çok betimleme, psikolojik öğeler, karakter ve duygu tahlillerine yer vermiş. Duygu ve düşünce kavramlarının ağır bastığı kitapta, okurken o duygular da sizi arkasından sürüklüyor. Karakterin iç sesleriyle yüreğinizin derinliklerine sızan, altı çizilesi cümlelerle sarıp sarmalıyor.

“Gökte kümelenen bulutlara karışıyordu sancılarım. Hem ıslanıyor, hem ağlıyordum. Bu şehir bilseydi bulutlara bu kadar yakından ağlanabileceğini, utanır mıydı pırıltılarından, bilmiyorum.”

Hayattan bizim istediğimiz ne, hayat bize ne sundu? Bu sunulanlar bizi nerelere götürdü, hangi duyguları yaşattı? Mucizeler gerçekten var mı ve uyursak geçer mi sorusuna aradığımız cevabı yazarla birlikte buluyoruz.

Uyursak Geçer Mi?
Seda Eroğlu
Müptela Yayınları
321 Sayfa, 2017

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir