Sürgünde Bir Kovboy
Fransız yazar Jean Yvane’in 1968 yılında yazdığı ”Sürgünde Bir Kovboy” isimli kitabı 1969 yılında Del Duca Ödülü’nü kazandı. Eser alegorik ve biraz da melodram. Melodram olarak nitelerken aslında olayın içinde bir dram yatıyor. Sam adındaki bir çiftçinin ailesi Sydney Boone adındaki bir kovboy tarafından öldürülür. Sam’in erkek kardeşi Bill vurulup, ikiz kız kardeşleri Willy ve Johnny’nin önce ırzlarına geçilir ve sonra silahla öldürülür. Ne Sam ne de kasabalılar Boone’ın Sam’in ailesini neden öldürdüğünü bilmez.
Dökülen kan kurumadan intikam alınması istenir. Kızgın çölde Boone’ın etini akbabalar yiyip iskeleti teşhir olmadıkça Sam’in kasabaya dönmemesini isterler. Köyün bütün eşrafı, ev hanımı, papazı, şerifi Sam’in Boone’dan intikam alması için baskı yapar. Papaz adam öldürmenin böyle şartlar altında meşru müdafaa olacağını, şerif ise bu kanunsuzluğun ancak kanla çözülebileceğini söyler Sam’e. Bütün köy halkı Sam’in intikamı için seferber olur. En iyi silahla kuşatırlar, hayatında hiç nişan alıp hedef almamış Sam’e atış eğitimi verirler. Ama işin ilginci bu kan davasını gütmeyen tek bir kişi vardır: O da Sam’dir. Sam herkese Boone’u öldürmeyeceğini sadece neden bütün kardeşlerini öldürdüğünü sormak istediğini söyler. Sürgün kovboy Sam pasifize bir hayatı tercih eder. Kahraman olması için her türlü muamele yapılır ama o anti kahraman olmak ya da hiçbir şey olmamak için bütün destekleri sabote eder.Hayatta tek bir yakını bile kalmayan, kasabanın zoruyla Boone’u bulmak için Kaplumbağalar Çölü’ne sürgüne gönderilen Sam hala tek bir sorunun peşindedir. Kaplumbağalar Çölü en iyimser şartlarda üç günde aşılır. Sam ve sevgili atı Lola için bu yolculuk beş günden az sürmeyecektir. Bir fabl gibi Lola ile Sam sürekli çölde söyleşirler. Lola, Sam’in hayatıyla ilgili veciz sözleri okuru derinden etkiler. Sam kan davasının peşine düşmüşken çölde zayıf, kara ve yaşlı bir halkla karşılaşır. Gözleri en az beş kat kırışıklıkla dolu, dudakları susuzluktan beyazlaşmış, güneşin altında yanmaktan kandan kırmızı şeritlere ayrılmış.
“Kurşunlar ateş pahası, ziyan etmemeli… Bir kez acı çekeceğine birkaç kez acı çekiyorsun… Beyazları anlamak için dillerini öğrendim, gel gör ki artık onlar beni anlamıyor…”
Chenneye’ler çölün ortasına sıkışıp kalmıştır. Beyaz adamlar bütün yaşam alanlarını ve avlanma sahalarını ellerinden almıştır. Az sayıda kalan Kızılderililer erkenden ölmek için her gün tanrılarına dua ederler. Son yemeklerini de Sam ve Lola ile paylaşarak ölüme biraz daha yakınlaşmak isterler.
Sam Kızılderililerin acısını içinde taşıyarak yola devam eder. Çölün gündüz tavanın içinde kızgın yağda kemikleri eriten sıcaklığı, geceleri bıçak gibi kesen soğuklarına dayanamazlar. Kaktüslerin içini kesip açar, içinden kahverengimsi katran gibi sıvı akar. Kertenkeleler, yılanlar bile çölün sıcağında derilerini bırakıp kaçmıştır. Susuz kalan Sam son umudunu dostunun kanında bulur. Kan davası uğruna düşmanının kanını alması için çöle gönderilen Sam en yakın dostu Lola’yı yaralar. Atını bacağında vurur ve açtığı gediğe dudaklarını daldırarak elini yüzünü kana boya boyaya içer. Boone’un peşinde arayış devam eder. Tek iz yanık kül izleridir. Kaplumbağalar Çölü’nün tek bir yazgısı vardır. Onu da Kızılderililer yazmıştır.