Son Ada; ‘Her hikaye kendi biçimini bulur’

“Her hikaye kendi biçimini bulur.

Son ada, son liman, el değmemiş bir sığınak kibirle karşılaşırsa ne olur? Kargaşa mı kaos mu yoksa en fenası ölüm mü? Huzurla yaşamlarını sürdüren adalıların bir anlık verilen kararla adalarını nasıl ölüm kampına çevirdiklerini hayretle okuyacaksınız.

Romanın dili epeyce anlaşılır olmasına rağmen yapılan ironileri nereye çekerseniz oraya gidecek vaziyette. Aslında en çok mesaj kaygısı gütmeden yazarın mesaj vermesi hoşuma gitti. Ekosistemin düzeninin bozulmasıyla nelerin değişeceğini anlatıyor, tabii anlayana. Gerçekler, yaşamı eline aldıktan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anbean gözler önüne seriyor.

‘’ İçinde yaşadığı koşullar ve iklim, insanları değiştiriyor.’’

Tesadüf eseri bulunmuş bir ada düşünün. El değmemiş. Tek bir çivi çakılmamış. Birbirinden pek de haberi olmayan, kulaktan kulağa fısıldaşarak yerleşilen bir ada. Ne kimse giriyor ne de adadan herhangi biri dışarı adım atıyor. Gerçi adalılar öylesine huzurlu bir yaşama kol kanat germişler ki kimse bozmasın diye dışarı adım dahi atmıyorlar. Haftada bir sahile yaklaşan gemiden siparişlerini tedarik ediyorlar, geriye kalan günlük ihtiyaçlarını ise adada tek olan bakkaldan karşılıyorlar. Bu bakkalın tek olmasının yanı sıra bir diğer özelliği adadaki tek çocuğun bakkalın oğlu olmasıdır. Hiç konuşmamasını kambur ve engelli olmasına bağlayan ada halkı onu da bağırlarına basmayı bilmişlerdir.

 Tabi bir de adanın en önemli özelliği ise binlerce yıldır martılara ev sahipliği yapmasıdır. Adalılar buranın sahibi biz değiliz martılardır, der ve üzerine başka söz dahi söylemez.

Gelelim bunca insanın adanın nasıl ev sahibi olduğuna. Adaya ilk yerleşen ve orayı satın alan 1 numara ( Adada herkes ismiyle değil ev numarasıyla anılıyor.)  adaya her gelene bir yer vermekte ve doğaya zarar vermeyecek şekilde ev inşa etmelerini istemiştir. Böyle böyle ada sakinleri yerleşim kurmuşlardır. Kimsenin adada parayla pulla işi olmadığından var olan işleri iş bölümü yaparak çözüme kavuşturmuşlardır. Zaten çok iş olmadığından dolayı herhangi birinin işten kaytarması pek bir önem teşkil etmemiştir kimse için. Martılar deseniz onlar da kendi belirledikleri yerlerde uçup yumurtalarını kıyıya bırakıyor. Kimseye herhangi bir zarar vermiyorlardı ta ki bir gün adaya Başkan ve korumaları gelene kadar.

Son Ada

Nereden haberi olduysa Başkan adaya ayak basıyor ve adanın sahibi 1 numara ile destekleşmeye başlıyor. Başlarda adaya farklı birinin gelmesi herkesin –yazar dışında- hoşuna gidiyor. Adanın öğrenilmiş olması ihtimalinden pek hoşlanmasalar da Başkan’ın otoriter duruşu tüm hoşnutsuzlukları bir kenara bırakmalarına sebebiyet veriyor. Ortalık süt limanken bir gün ne hikmetse Başkan’ın torunu martı saldırısına uğruyor ve yaralanıyor. İşte o gün sanırım ‘’son’’ un başlangıcı oluyor. Başkan tüm ada halkını topluyor. Martıların bir gün içlerinden birine de zarar vereceğini söyleyip adadaki yaşamın gidişatı için bir ada kurulu olmasını öneriyor. Adalıların bazıları buna karşı çıksa da 1 numara ve birkaç kişi bu fikri destekliyor. Tabii ki Başkan böyle bir durumda yönetici pozisyonunda oluyor. Bunu adalılara öyle bir şekilde kabul ettiriyor ki sanki kendi fikri değilmiş de bu adalıların fikriymiş gibi lanse ediyor. O toplantıdan sonra pandoranın kutusu açılıyor ve kibir adayı ve adalıları sarmak için yol almaya başlıyor.

Kurulun ilk kararı öncelikle adaya kök salmış olan ağaçları budamak oluyor. Başta adalılar gölgeliklerimiz kayboldu diye dert yansalar da çabuk unutuyorlar. İnsanoğlu hemen alışıyor da diğer canlılar pek öyle değil. Martılar budanan ağaçlara bir bir çarpıyor. Nereye konacaklarını bir türlü bilemiyorlar. Birkaç gün sonra Başkan yine her zamanki gibi tüm halkı topluyor, evine hırsız girdiğini çatıda birilerinin yürüdüğünü söylüyor. Ada halkı bunun imkansız olduğunu Başkan’a açıklarlarken martıların bunu yapabilecek kapasiteye sahip olduklarını söylüyorlar. Başkan giderek bileniyor martılara. Kurul üyelerine martıların adalılara zarar vereceğini kabul ettiriyor. Herkes büyülenmiş gibi yeni gelen başkanın sözünden çıkmıyor. Başkan’ın planına göre martılar tüfeklerle keklik gibi avlanacaklar.

Adalılara bu fikir kabus gibi gelse de ertesi gün birkaç eksikle herkes olay mahallinde oluyor. Martıların çığlıkları tüfek seslerine karışıyor. 24 Numara –yani olayı anlatan ada sakini- bir ara bakkalın kambur oğlunu görüyor elinde bir şeyler saklaya saklaya bakkalın arkasındaki kümese koştuğunu görüyor. Onca tantana varken 24 Numara bu durumla pek ilgilenmiyor. Martıları vurma işi birkaç gün sürse de herkesin ortak fikri bunun böyle çözülemeyeceği. Başkan yine bir fikir ortaya atıyor. Adaya tilki getirileceğini böylece onların da martılarla uğraşmadan sorunun çözüleceğini söylüyor. Adalılar başta buna da itiraz etse de sonunda garip bir şekilde kabul ediyorlar. Çok geçmeden adaya tilkiler getiriliyor. Onlar da başta martı yumurtalarını yiyip fayda sağlıyor gibi görünse de ufak bir ayrıntı unutuluyor. Tilkiler çabuk çoğalıyor. Bir süre sonra adalılar martıları bırakıp tilkilerden dem vurmaya başlıyorlar.

Derken çorap söküğü gibi sorunlar peş peşe geliyor. Zehirli yılanlar, böcekler derken ada yaşanılamaz bir yere dönüşüyor. Bunlara bulunan çareler ile de ada halkının evleri yanıp kül oluyor. Çaresizlik içinde kıvranan ada halkını bir şekilde yine suçlu bulmayı başarıyor Başkan. Ve sonunda adayı terk etmek üzere hazırlıklara başlıyor. Adanın tüm yaşamını alt üst etmesinin üzerine adalılar onu yolcu etmeyi içlerine sindirebilecekler mi? Herkesin huzur bulmak için yerleştiği son ada; onlara ölümden, zulümden başka bir şey vermemişken vedaları kim bilir nasıl olacak?

Son Ada
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap
196 sayfa, 2015

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir