Röportaj mı, söyleşi mi?

Bir önceki yazımda söyleşi yapmıştık. İşte o zaman karar verdim yeni yazımın konusuna. Çünkü birçok kişi tarafından karıştırılan bir konudur bu tür yazıların aslında ne olduğu. Hemen hemen bu şekilde gördüğümüz her yazıya ‘Röportaj’ der olduk. Evet, bu ayrımı yapamamanın yanında, röportaj söyleminin kulağa daha hoş gelmesinden de kaynaklı bu sorun oldu günümüzde.

Öncelikle her iki türü de tanımlayarak başlayalım isterseniz.

Gazetecilerin bir yeri, bir kurumu, bir kişiyi ziyaret ederek; özelliklerini, orada gördüklerini kişisel düşünceleriyle birleştirip, fotoğraflarla belgeleyerek kaleme aldıkları yazı türüne “röportaj” denir. Röportajda gözlem, araştırma, yorum ve değerlendirme önemlidir. Yazar gerçekleri öznel yaşamla, kendi düşünceleriyle harmanlar.

Dünya edebiyatında; Jack London, Hemingway, Sartre gibi pek çok ünlü edebiyatçı röportaj türünde yazılar kaleme almıştır. Edebiyatımızda ise Ruşen Eşref Ünaydın, Falih Rıfkı Atay, Yaşar Kemal, Sait Faik, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Aziz Nesin bu türde yapıt veren sanatçılarımızdan bazılarıdır.

Söyleşi (sohbet), bir yazarın güncel konulardaki düşüncelerini okuyucuyla konuşuyormuşçasına içten ve samimi bir dille yazması olduğu gibi; bilim, sanat, felsefe, siyaset vb. alanlarda bilinen, tanınmış kişilerle yapılan görüşmelerde ele alınan konularla ilgili sorulara verilen cevapları okuyucuya aktarmak üzere yazılan yazılara da denmektedir. Bizi yazımızda ilgilendiren bu tanımın ikinci bölümüdür.

Yaptığımız tanımlara da baktığımızda iki tür arasındaki farkları çok rahat görebiliyoruz aslında. Röportajda gazeteci veya yazar karşısındaki ile yüz yüze görüşmek zorundadır. Sorulara verilen cevapların yanında tepkiler de yazıya aktarılmalıdır çünkü. Ortam özellikleri de bunlara dâhildir. Fakat söyleşi yüz yüze olmak zorunda değildir. Her türlü iletişim araçlarıyla gerçekleştirilebilir. Önemli olan karşıdaki kişinin sorulara verdiği cevaplardır ve bu cevaplar olduğu gibi, söylendiği gibi yazıya aktarılır.

Röportajda, yazan kişi karşısındakinden aldığı cevapları tıpkı bir hikâye oluşturuyormuşçasına kendi düşünce süzgecinden geçirerek, kendi yorumlarını katarak yazıya aktarır.

Bu konuda Yaşar Kemal’in sözünü buraya eklemesem olmazdı sanırım: “Röportaj bal gibi edebiyattır. Onu haberden ayıran nitelik, onun edebiyat gücüdür. Haber bir yaratma değildir, bir taşımadır. Aslında röportaj, taşıma anlamına geliyor ya, yanlış! O taşıma olan haberdir, hem de en gerçek anlamıyla. Röportaj bir yaratmadır… Röportaj haberin varamadığı yere varandır. Nasıl? Yaratarak… Gerçeği değiştirerek değil, yaratarak.”

Çok güzel bir açıklama olmuş değil mi? O zaman biz de katlıyoruz röportajın bal gibi edebiyat olduğuna. Olanı olduğu gibi almayıp düşünceyle harmanlayarak tekrar yeni bir bina ortaya çıkartıyor olmasına katılıyoruz.

Yani anlayacağımız röportaj kaleme almak hiç de o kadar kolay bir iş değildir. Yazan kişinin kaleminin güçlü olması gerekir. Hayal gücünün gerçekleri yoğuracak bir yapıya sahip olması gerekir.

Umarım yazımla biraz olsun bu ayrımın farkına varmış oluruz. Röportaj okumak da ayrı bir zevktir ve umarım daha nicelerini tadabiliriz.

Bir sonraki yazılarımızda görüşmek üzere.

One thought on “Röportaj mı, söyleşi mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir