Pınar’ın Rüyası

Yeni bir gün doğuyordu. Sancılı …
Bütün gece gözüne uyku girmeyen Pınar, gün ağarırken uykuya dalmıştı ki iki saat sonra çalan alarmın sesiyle zor olacağı belli olan bir güne gözlerini açtı.
Yataktan kalkmak istemedi. Bütün gün hatta bütün bir ömür bu yatakta kalabilirdi.
Yaşadıklarının bir rüya olmasını öyle isterdi ki ama olsa olsa kabus olurdu bu yaşananlar.
Üstündeki bu karabasan hayatına çöreklenmiş, boğazını sıkıyor, nefes alamıyordu. Çırpınıyor, uyanmak istiyor, yapamıyordu.
Az önce keşke bu yataktan hiç kalkmasam diyen Pınar, bu söylediğinden vazgeçti. Daha da ileri gidip;
Keşke ölsem dedi.
“Ölsem de kurtulsam bu belirsizlikten,”
“Ölsem de kurtulsam bu günahtan,”
“Ölsem de kurtulsam bu hayattan.”
.
Ha deyince ölünmüyordu işte.
Hayattaki bütün acıları çekmeden, kınadığı ne varsa başına gelmeden, utanç içinde sürünmeden
öyle kolay ölünmüyordu.
O da yaşamıştı ve yaşayacaktı.
Hem de acıların en büyüğünü.
.
Kalktı, bir sigara yaktı. Kahvaltı falan kimin umrundaydı. Gardrobunu açtı, en sevdiği kıyafetini
eline aldı. Çiçekli V yaka elbisesini…
Alaçatı’dan almıştı bunu. En güzel günlerin, o en özel anın şahidiydi bu elbise. Bugün yine o en özel
anda üstünde bu elbise olmalıydı.
O ilk buluşmada…
.
Giydi çiçekli elbisesini, çıktı yola. Otobüs durağı iki sokak ilerideydi. Ümraniye’den geçen otobüs ise gelmek üzereydi. Koşturdu. Bu otobüsün müdavimiydi Pınar. Her gün çalıştığı muayenehaneye gitmek için aynı saatte aynı otobüse biner, aynı yollardan geçerdi. Yolları sokakları ezberlemişti artık. Hatta billboardları bile. Otobüs tıklım tıklımdı her zamanki gibi. En ön basamakta kalmıştı, bir adım bile ilerleyememişti. Tıpkı hayatındaki gibi. Ön sırada oturan genç inince, yer verdiler onun yerine oturdu Pınar.
Oturacak koltuk bulabilmişti ilk defa. Hem de cam kenarı. Duble şans diye düşündü. Şaşırdı.
“Ben ve şans.”
“Biri birine Ümraniye ile Beşiktaş kadar uzak iki kelime.”
Çocuklu bir kadın vardı yanında.
Kafasını cama dayadı, düşüncelere daldı. Yanında oturan kadının kucağındaki yaklaşık yedi sekiz
aylık olan kıza takıldı gözleri. Etrafa gülücükler saçan, neşeli mi neşeli, tatlı mı tatlı, kıvırcık mı kıvırcık, elleri ayakları tombik tombik olan kız çocuğuna.
Çocukları çok severdi Pınar. Çocuğu mıncıklamamak için kendini zor tuttu. Hafifçe gülümsedi ona.
Daha fazlasını bugün yapamayacaktı.
Keyfi yoktu çünkü.
Normal zamanda olsa bebeği kucağına almak için izin ister, bir güzel koklar, sımsıkı sarılır, o dolma parmaklarını avucunun içine alır, yanağına bir öpücük konduruverirdi.
Ama bugün değil, belki de bundan sonra hiç değil…
.
Bir kadın doğumcunun yanında çalışıyordu Pınar. Her gün onlarca anne adayı ile karşılaşıyor,
dünyaya gözlerini açmadan daha, anne karnında o bebeklerle tanışıyor, doğduklarında annesinden evvel onlara Pınar’ın elleri dokunuyordu.
Hem taze annelerin unutulmaz anlarına, hem çiçeği burnundaki babaların heyecanına tanık oluyordu. Onların mutluluklarını paylaşıyordu.
.
Nasıl ki mutluluk paylaştıkça çoğalıyor, üzüntüler ise paylaştıkça azalıyorsa o da bu muayenehanede sadece sevinçleri değil üzüntüleri de kendine pay ediyordu.
.
Bebeğini düşüren kadınların, tam evladına kavuştum derken onu kaybeden annelerin, ölü doğum yapan anne adaylarının ve de en korkuncu bebeğini aldıran anne demeye bin şahit gereken o zavallıcıkların yaşadıklarına ortak oluyordu.
.
Bir insan bebeğine bunu nasıl yapar anlamıyordu Pınar, karnındaki minicik yavruya, daha henüz eli ayağı bile oluşmamış kan parçasına, kendi canına insan nasıl kıyar ?
Her olayda bunu sorguluyordu ve böyle bir istekle gelen tüm kadınlara aynı gözle bakıyordu.
Onları bakışlarıyla aşağılıyordu adeta.
Çocuk sahibi olmak için can atan milyonlarca insan varken kendisine böyle bir şans sunulan ve bu şansı kendi ayaklarıyla tepen kadınlara içinden sözüp süpürüyordu. Canından can koparan o kadınları anne müsveddesi olarak görüyordu.
.
Şimdiye kadar hep onları eleştirmişti. Haklı bir taraflarının olduğunu asla düşünmüyordu. Son derece katı düşünceleri vardı bu konuda.
Ona göre ana rahmine düşen bir bebeğe kıymak canilikti.
.
İneceği durağa gelmişti otobüs.
Başını yaslayıp her gün hayallere daldığı otobüs camından kafasını kaldırdı. Düşünmeye şimdilik bir son verdi. Artık harekete geçme vaktiydi.
.
Muayenehaneden içeriye girer girmez hastalar gelmeye başladı. Doktorun da gelmesi yakındı.
İlk hasta tüp bebek tedavisi için gelmişti. Baba adayı heyecanından yerinde duramıyordu. Boyacı olduğu her halinden belli olan adam iş kıyafetiyle öylece çıkıp gelmişti. Boyalı gömleği ve yer yer boya damlamış olan parmakları görünen açık, mavi terlikleriyle her an bir yerleri boyayacakmış izlenimi veriyordu.
Doktorun gelmesiyle hemen doktorun odasına girdiler.
Embriyoların tutunup tutunmadığını merak eden çift yarım saat sonra doktorun yanından güzel haberlerle çıktı. Kadın çocuksuz geçen on yılın ardından hamileydi. Hem de ikiz bebeklere.
Ağlamakla gülmek arası karışık duygular yaşayan adam karısına sarıldı. Nasıl da değer veriyordu
sevdiğine. Çocuğu olmuyor diye onu bırakıp gitmeyi değil, yanında olup beraber mücadele etmeyi seçmişti. Takdir etmek gerek diye düşündü Pınar. Gerçek sevgi zorlukların üstesinden gelebilme çabasıydı. El ele, yan yana, omuz omuza, taraflardan biri düştüğü zamansa onu alıp sırtında
taşımayla…
Saniyeler içinde kafasından geçen bu düşünceler, yine kendi ilişkisini sorgulamayla sonuçlandı.
Aslında tam da sonuçlanmış sayılmazdı. Az sonra gerçek manada bir son bulacaktı.
.
İkinci çift doğum için gelmişti. Sezaryen için gün almaya. Ultrasonda baktılar bebeğin durumuna, her şey gayet normaldi. Sağlıklı bir kız bebek gelecekti. Bir hafta sonraya gün verdi
doktor.
Yüzleri gülüyordu çiftin. Keşke bu muayenehaneden çıkan herkesin yüzü gülebilseydi. Hepsi böyle mutluluktan uçarak çıkabilseydi buradan.
Ama maalesef bu mümkün değildi.
.
Muayenehanenin kapısından çifti uğurladıktan sonra fena oldu Pınar.
Soğuk soğuk terlemeye başladı. Eli ayağı buz kesti. Beklediği an gelmişti.
O kendini bu ilk buluşmaya hazırladığını düşünse de bedeninin verdiği tepkiler hiç de hazır olmadığını söylüyordu.
Az önceki çiftin heyecan içinde girip mutlulukla çıktığı bu odadan kendisi korku içinde giriyordu şimdi. Ama aynı sevinçle çıkmayacağını biliyordu.
Doktorun kapısını çalıp içeriye girdi. 2 yıldır aynı doktorla çalışıyordu. 45 yaşında, mesleğinde oldukça başarılı ve aynı zamanda çok sempatik bir adamdı doktor Murat. Pınar’ın şu anda kendi hastası olduğunu görünce şaşırdı. İşle ilgili bir konu sandı önce, Pınar’ ın ağzından kürtaj lafını
duyunca başından aşağıya kaynar sular döküldü. Başta nedenini sordu Murat. Niçin bebeği aldırmak istediğini, sonra engel olmaya çalıştı. Bunun doğru bir karar olmadığını açıklamaya çalıştığı esnada,
Pınar birden delirmişçesine bağırmaya başladı.
.
“Benimle evlenmeyi düşünmeyen ve beni bırakıp giden bir adamdan nasıl çocuk sahibi
olabilirim?”
“Bu size mantıklı geliyor mu?”
“Babasız bir çocuk büyütmek bu toplumda sizce mümkün mü Murat Bey?”
“Toplum bir yana ailemin yüzüne nasıl bakarım ben?”
“Hadi kendimi geçtim, çocuğuma ne derler biliyor musunuz siz?”
“Piç derler.”
“Sırf bu çocuğu istiyorum diye ona bunu nasıl yaparım?”
“Yaşadığımız toplumun değerleri var.”
“Herkesten önce ben bu değerleri çiğneyenlere karşı cephe alırken, benim başıma geldi diye aynı
şeyi nasıl savunabilirim?”
“Kimse sınanmadığı bir günahın masumu değildir Murat Bey.”
“Bunu yaşadım ve gördüm.”
“Şimdi sınanma sırası bende.”
“O zavallı, o cani, o aşağılık kadınlardan biriyim şimdi ben de.”
“Onların neler çektiğini şimdi daha iyi anlıyorum.”
“Ama ben evlenmeden bir çocuk sahibi olmak istemiyorum.”
.
Gözlerinden usul usul yaşlar süzülüyordu Pınar’ın. Konuşurken sesi titriyordu.
.
“Aldırmak istiyorum.”
“Lütfen hemen operasyona başlayalım.”
.
Doktor Murat, ellerini tuttu Pınar’ın.
Gözlerine baktı.
Alaçatı’ da karşılaştıkları ilk günkü gibi.
.
“Çiçekli elbiseni giymişsin yine.”
“Evet, nasıl ki seninle karşılaştığımız o gün üstümde bu elbise varsa bebeğimle tanışacağım
bugün de bu elbise olmasını istedim.”
“Lütfen al artık onu ve ver bana”
“Cansız da olsa onu kucağıma almak istiyorum “
.
Doktor Murat da ağlamaya başladı. Evlenmekten korkuyordu, o yüzden kavga edip ayrılmışlardı.
Ama hamile olduğunu bilse bunu asla yapmazdı.
.
Pınar da gurur yapmış, onunla bir gelecek istemeyen bir adamın çocuğu olacağını bilmesinin de bir anlamı olmadığını düşünmüştü.
Bir ara ondan habersiz doğurmayı bile aklından geçirdi. Ama yaşayacağı zorlukları, çocuğunun düşeceği durumu, toplum baskısını ve ailesinin onu reddedeceğini düşününce aldırmayı seçti. Adı çıkacağına katil olmayı tercih etti. Hem de çocuğunun babasının elleriyle. Yani işbirlikçisiyle.
.
Ama Doktor Murat izin vermedi buna. Sımsıkı sarıldı Pınar’a.
Dizleri üzerine çöktü ve :
“Evlenelim” dedi.
.
Pınar duyduklarına inanamadı. Hâlâ seviyordu Murat’ı. Ne onu ne de yavrusunu kaybetmek
istemiyordu.
.
İkisi de birbirine kenetlendi ve hıçkırıklara boğuldu. Aslında evlenme teklifi için çok daha ilginç hayalleri vardı. Deniz kenarında şık bir masa, mum ışığında romantik bir yemek ve tek taş bir
yüzükle..
.
Bütün hepsinin ne kadar saçma olduğunu anladı Pınar. Tek gerçek aşklarıydı ve beraber oldukları sürece mekânın bir önemi yoktu. Bir kadın doğumcuda bile evlilik teklifi yapılabilirdi mesela.
Yüzük falan bir kenara, en güzel hediye de ona karnındaki bebeğiydi. Onu yaşatmak babasının elindeydi ve ona güvenerek:
“Evet ” dedi Pınar. Gözlerinin içi gülüyordu artık.
Daha yaşayacak çok güzel günleri, çocuklarıyla beraber geçirecekleri nice uzun yılları vardı önünde.
.
Şansının döndüğü otobüste yer bulmasından belliydi zaten.
Hayat ona şansla geldi.
Bebeklerinin kalp atışlarının sesi ise şimdiye kadar dinlediği en güzel müzikten bile daha güzeldi.
.
Yaşadıklarının bir rüya olmasını istemişti ya bugün.
İşte oldu.
Pınar’ın “Rüya”sı gerçek oldu.
Rüya bebek, annesi ve babası için şans dolu yeni bir yaşamın ilk adımı oldu

One thought on “Pınar’ın Rüyası

  • 12 Temmuz 2020 tarihinde, saat 17:13
    Permalink

    Çok surekliyiciydi ve çok güzeldi? inşallah daha niceleri gelir ?

    Yanıtla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir