Ölü Doğanlar
“Çinçin özel bir yerdir. Herkesin hakkında fikir yürüttüğü ama içinde yaşayanların bile tam olarak tarif edemediği bir yer.”
Ölü Doğanlar, doğumhane ve mezarlık arasında geçen olaylar, “bir örümcek ağı” gibi örülerek yazılmış bir kitap ve bitene kadar kendinizi soluksuz bir maceranın içinde bulacaksınız
Klasik bir polisiye senaryo düşünün; bir polis, ailesi katledilir ve intikam peşine düşer. Hikayenin sonunda yalnız, mutsuz da olsa intikamını almış ve bir kahraman haline dönüşmüştür. İşte o senaryoyu iptal eden bir kitap, Ölü Doğanlar.
Kitabın ana karakteri Yakup Doğan, tipik bir Ankaralı polis. Çinçin mahallesinde doğup büyümüş. Sevdiği kadınla evlenir ve bir oğlu olur. Klasik senaryo devreye burada giriyor, ailesi hırsız olduğu iddia edilen kişilerce öldürülür. Ama senaryo burada değişiyor. Yakup komiser intikam almıyor veya olayı araştırmıyor. Kendini suçluyor ve kendiyle yüzleşmekten korktukça geçmişini unutmaya çalışır. Daha da önemlisi onun için önceliği ailesi ile birlikteyken bile mesleğidir. İşine sarılır.
Narkotik şubede görevli Yakup Başkomiser ve yardımcısı Volkan, bir uyuşturucu şebekesine baskın yapmak için Cebeci Asri Mezarlığına baskına giderler. Sıradan bir baskın olayı zincirleme bir suç dosyasını ortaya çıkarır.
Uyuşturucu madde kaçakçılığı, çalınan belgeler, doğumhaneden kaçırılan bebekler, mezardan çıkarılan ölüler, toplu konut mafyası gibi birbirine karışan olaylar ve olayların müdahili kişilerin bilinmeyen kişi veya kişilerce tek tek öldürülmesi, askeriye ve polisin karanlık yanlarının açığa çıkması ile olayların bir ucunun Yakup Komisere vardığı, baştan sona diken üstünde okuyacağınız bir kitap.
Kitabın içinde sizi ilginç detaylar bekliyor. Zekice kurgulanan eserde her detay sizi şaşırtabilir. Belki de hiç duymadığınız belgesel, klasik müzik eserleri, çizgi filmlere ait detaylar, bilgilendirmeler ve daha birçok konuya ilişkin detay ile sizi kendine bağlayacak. Kitapta yazan ve alakasız düşündüğünüz her detay birbiriyle keskin bir zeka ile ince ince işlenmiş. Kendinizi müthiş bir polisiye – macera filmi izliyor gibi hissedebilirsiniz. (Kitabı okurken, umarım bunun filmi yapılır, dedim. ) Yerli polisiye kitaplarına karşı olumsuz düşünceye sahip olanların fikrini değiştirebilir.
Yazarın ikinci kitabı ancak kalemi gerçekten çok iyi, kitabın polisiye, hukuki, tıbbi ve diğer detayları çok iyi araştırılmış ve açıklanmış, üstelik okuyucuyu boğmadan hikaye içine yerleştirilmiş; günlük hayatta sıklıkla kullanılan argo deyimler bile Türkçe karşılığı ile açıklanmış ki bu yazarın okuyucuya saygısının göstergesi diye düşünüyorum; müthiş bir hayal gücü ve zengin bir kurgusal anlatımı bulunmaktadır.
Olumsuz eleştirim ise kapak fotosuna; daha anlaşılır bir görsel tasarlanabilirdi.
Ölü Doğanlar
Doruk Ateş
Ez-De Yayınları
416 Sayfa, 2016
Gelin Bir de Kitabı Yazarıyla Konuşalım:
Doruk Bey, kitabınızda Çinçin mahallesinde geçen polisiye olayları anlatıyorsunuz. Ama kitabınız sanki Çinçin belgeseli niteliği taşıyor. Edindiğim izlenim doğru mudur?
Belgesel demek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama asıl derdim polisiye kurgu içerisinde büyüdüğüm semtin ve orada yaşayan insanların hallerini de yazmaktı. O nedenle de kurgunun el verdiği ölçüde insanlardan bahsettim. Zaten olaylar Çinçin Bağları’nda geçtiği için çevre açıklamaları ile bir belgesel tadı ortaya çıkması da kaçınılmaz oldu. Soruya dönersek amaç belgesel değildi, sonuç belgesele yakınlaştı.
Kitapta geçen olayların hayal ürünü olduğu belirtilse de ilham alınan kişileri ve olayları var mıydı?
O hayal ürünü uyarısı yayınevinin yasal girişimlere karşı bir önlemi. Yoksa ben romanlarımda mümkün mertebe gerçek olaylar, gerçek kişiler kullanmaya çalışırım. Ölü Doğanlar’da da bunu en üst mertebeye taşımaya çalıştım. Mezarlıkta dansöz oynatılması, mezarların bir bölümünün kıbleye bakmaması, mezarlık imamının vurulması, duvarın göçüğü ve belediyeyle mezar sahiplerinin davalık olması gibi neredeyse tüm yan olaylar gerçek. Sadece çocuk kaçırma yok. Kişilere gelirsek Kolombo ve gerçek kötüler (gerçek kötüler ismini ben koydum) de var olan adamlar. Kolombo işkenceci bir polis, gerçek kötülerdeki hırsızlarda onun muhbiri. Şimdilerde bu gerçek kötüler dediğim adamların çocukları torunları falanda uyuşturucu satıcısı. Yani ilham alınan bizzat Çinçin ve oranın insanları…
Kitapta bir çok farklı ama birbiriyle ilişkili olay var ama hiçbirinde konu dışında kalma yok. Bu kadar çok karakter ve olayları yazarken kurgu eksikliğinin olmamasını nasıl başardınız?
Sanırım bunu iltifat olarak kabul etmeliyim şöyle açıklayayım, ben ne kadar iyi yazarım bilmemekle beraber çok iyi bir polisiye okuruyum. Bir polisiye romanın neler içermesi gerektiğini bildiğimi düşünüyorum. Romanı yazmaya başlamadan önce benim harita dediğim bir plan hazırlıyorum. Kim kimi öldürecek, neden öldürecek, nerede öldürecek, soruşturmacı nereye gidecek, kime ne soracak, yolda ne ile karşılaşacak hepsini hazırlıyorum. Yani daha roman yazılmaya başlamadan önce her şey harita üzerinde netleşiyor. Yazmaya başladıktan sonra da her bölümde ne yazdığımı bir cümle ile yine plan üzerine not alıyorum. Zaten belli bir zaman sonra karakterlerle ve olaylarla samimi oluyorum ve onlarla yaşamaya başlıyorum. Ben polisiye romanın yazımından ziyade öncesine önem veriyorum, o nedenle kurgu sapmıyor diyebilirim. (Bu arada kitabın son bölümünde teşekkür ettiğim Yasemin ve Eren’in de bu noktada yardımlarını anmadan geçemeyeceğim.)
Kitap doğumhane ve mezarlık arasında geçen olayların bağını veriyor. Doğum ve Ölüm, iki farklı olgu ama bağlantılı kavramlar. Siz de yansıması nedir?
Epikouros diyor ki; “Ölümden neden korkacak mışım? Ben varken ölüm yok, o varken ben yokum.” Ben bu sözcüğü uzun zamandır hayat felsefesi yapmış biriyim. Ölümü düşünerek hayatı yaşayamayız. Hayatı yaşarken de ölümü düşünmemeliyiz. Ben mezarlığın dibinde bulunan bir evde doğmuş, neredeyse mezarlığın içinde büyümüş bir insan olarak insanın kendi ölümünü gördüğünü, hissettiğini düşünmüyorum. Ölüm geride kalanlar için var, ölen için yok. Bende yansıması sanırım sadece yaşamak ve kaderine razı olmak.
Mezarlık bölümlerinde çok detay var. Bir an kitabı Cebeci Asri Mezarlığında yazdığınızı düşündüm. Çok zaman geçirdiniz mi mezarlıkta?
Bir önceki cevapta da yazdığım gibi ben Cebeci Asri Mezarlığı’nın hemen yanında bir evde dünyaya geldim. Mezarlıkta büyüdüm diyebileceğim kadar çok zaman geçirdim. Romanda Bıbık isimli çocuk da benim. Ufaklığımda tüm mahalle Bıbık diye seslenirdi. Halen daha yaşlılar ismimi telaffuz edemeyenler Bıbık der.
“Karanlıkta Kaldım” sözü gerçekten bir mezar taşında yazıyor muydu?
Evet. Romanda katil rolünde olan arkadaşım İstanbul’da bir mezarlıkta görmüş “Karanlıkta Kaldım.” yazan mezar taşını. Çok hoşuna gittiğinden mutlaka bunu kullan demişti. Mezar yazıları tarihin ilk anından itibaren var olan bir şey. İnsanların geride kalanlar için bıraktıkları ciddi mesajlar, çok daha fazla kullanmayı düşündüm ama Yasemin “mezarlık kitabı yazmıyorsun.” Deyince diğerleri çıktı romandan. Ama ileride mezar yazıları ile ilgili ayrı bir çalışma yapmak isterim.
Kitapta, Kolombo Nuri cinayetinin Yakup komisere verildiği bölümde bahsedilen cinayet büro amiri Behzat Ç. Karakteri midir? (Eğer oysa ona kitapta yer vermek nereden aklınıza geldi?)
Evet, Behzat Ç. Olur kendileri. Ben Erdal Beşikçioğlu hayranıyım. Kendisinin “Bir Delinin Hatıra Defteri” oyunundan sonra bu hayranlık kronik bir hal aldı. Behzat Ç. Dizisiyle beraber de kullanmak istedim. Bence Ankara Cinayet Büro Amiri halen daha Behzat Ç.’dir Ayrıca narkotik başkomiserine cinayet işini verebilmesi için savcının bir yalana ihtiyacı vardı. Oradan aklıma geldi. Aslında Yasemin ve Eren uyardı ama ben yine de yer verdim.
Benim karakterlerin tipiyle ilgili dikkatimi çeken bir husus var. Kitapta yer alan karakterlerin kişilik özellikleri fiziksel detaylarından daha fazla öne çıkarılmış. Fiziksel özelliklerin tasavvuru biraz okuyuca bırakılmış gibi. Ama öncelikli olarak dikkatimi çeken ise tabii gözümden kaçmadı ise Yakup komiserin yaraları dışında genelde fiziksel özelliklerinden pek bahsedilmemesi. Bunun özel bir nedeni var mı?
Ben nitelikli okura bayılıyorum. Gözden kaçırmadınız bu benim imzam diyebilirim. Ben romandaki her karakterin fiziksel özelliklerini mümkün mertebe çok kısa yazarım. (olması gereken bir iz, yara ve genel ölçüleri veririm.) Bunun nedeni okurun zihnini serbest bırakıp karakteri gözünde canlanmasını istememdir. Okur, olaylara karşı karakterin verdiği tepkilerle, roman içerisindeki ruh hali ve davranışları ile karakteri kendi çizsin isterim. Ama ana karakterin görünümünden hiç bahsetmem, o da benim imzamdır. Yakup neye benziyor sorusu sizin zihninizde neye benziyorsa onadır. (Mabet de aynı şekildedir.)
Çizgi filmler, bahsi geçen müzik ve belgesel detaylarını kitaba eklemek, üstelik bunları okuyucunun dikkatini çekecek şekilde yerleştirmek ciddi bir planlama gerektirmiştir sanırım. Sizin için yorucu oldu mu bu süreç?
Yukarıda da bir yerde bahsettim. Ben romanının haritasını çıkarıyorum. Karakterlerin huylarını, bu huyların gerçeğe yakın davranışa dönüşmesi, hareketlerine yansımasını istiyorum. Kurguyu oturturken sürekli neden sorusunu soruyorum. Misal Yakup sinirlendiğinde yere tükürüyor. Bu hareketin genel tavırlarıyla paralellik göstermesi lazım. Her zaman tükürürse olmaz gibi. O nedenle kurguya dahil ettiğim her şey bir planlamanın sonucu ve yazmaktan ziyade romanın en yorucu kısmı bu. Harita tamamsa ve herşey yerli yerine oturduysa yazmak sadece eylem
Alkol ve küfür, Ankara polisiyelerinin değişmez kuralı mıdır?
Bilmem, ben Ankara Polisiyesi yazmıyorum, polisiye roman yazıyorum Ancak diğer romanımın ana karakteri olan Halil Abimin anlattığına (kendisi organize şubede başkomiser) operasyonel şubelerde görev yapan polis amirlerinin çoğu alkol kullanıyormuş. Bunu meslek hastalığı gibi gördüklerini de söylüyorlar. Ayrıca küfür kullanımını özellikle sormuştum ve kendisi çok fazla iğrenç adam gördüklerinden (suçluları iğrenç diye tarif ediyordu.) küfür kullanımının yüksek olduğunu, fiziksel şiddet uygulayamadıkları şahıslara küfür ederek rahatladıklarını söylüyordu. Bence de küfür hayatın içinde var bir rahatlama aracı olarak.
Kitapta birkaç yöresel dil /şive/argo aktarımı var. Bu dil ve anlatımlar kullanımda. Ama siz bu dilleri Teberce gibi, gerçekten biliyor muydunuz?
Evet, romanda yazdığım kişilerin konuştuğu kadarını biliyorum. Perişan ablanın konuşması aynı yazdığım gibidir. Herşeyin sonuna –kene koyar mesela. Teberceyi de anlarım, konuşurum. Tabi çok uç kelimelerini değil, bir tebere bira ısmarlayacak kadar diyeyim. Argo kelimeleri ise zaten büyüdüğüm mahalleden biliyorum.
Yakup komiser yemek yemeyi unutsa da traşını ihmal etmeyen bir polis. Bunun sebebi nedir?
Alışkanlıkları. Yalnız yaşayan insanların arkadaşları rutinleridir. Her gün duş alması, tıraş olması, yemeği unutmasına rağmen içkiyi unutmaması gibi. En azından ben o nedenle yazdım.
Ankara’yı seven ve İstanbul’u da bilen biri olarak, sık sık İstanbul – Ankara karşılaştırmalarını yaşayan biriyim. Galiba sizin de içinize dert olmuş. Sıklıkla dile gelmiş bu karşılaştırmalar… Volkan, Ankara’yı kötülürken karşınızda olsa Yakup Komiser kadar sabırlı olur muydunuz?
Bilmem Ama şu bir gerçek Ankara ile İstanbul apayrı ve kendi kimlikleri olan (hoş Ankara’nın kimliğine tecavüz edildi.) şehirler. Kıyaslanmayacak kadar farklı güzellikleri, rezillikleri var. ve ben bu kıyaslamayı yapan vatandaşlara ciddi sinir oluyorum. Mecburen aynı ortamda kalacaksam dinlememeye çalışıyorum.
Gavur İmam karakteri gerçekten babanızdan mı esinlenildi?
Esinlenmedim, kendisini yazdım. Tam olarak kendisini hem de. Babamın adı İmam’dır, eskiden çalıştığı 19 Mayıs Stadyumunda Gavur İmam olarak tanınırdı. (gavur neden deniyor ikinci kitapta yazacağım) Makam şoförüydü ve babam diye demiyorum gerçekten yakışıklıdır
Kitabın devamı gelecekmiş gibi bir sonlanma var, devamı gelecek mi?
Evet. Yakup çocuğunu arayacak, savcı ailesini, çocuklara ne olduğunu öğrenmek her okurun hakkı
Sorunlarıma içtenlikle yanıt verdiğiniz için çok teşekkür ederim.