Mücella

Cumhuriyet’in ilk yıllarından 70’li yıllara kadar uzanan bir dönemin romanı Mücella.

İnsan şöyle düşünüyor kitabı eline aldığında; bir kahramanın ismi kitaba isim olmuşsa, mutlaka o kahramanın başından türlü türlü olaylar, trajediler, aşklar, ayrılıklar, acılar, çalkantılı veya olağanüstü güzellikleri, mutlulukları barındıran bir hayat, yoğun yaşam mücadelesi, vs geçiyordur. Kitabın ilginç yönü şu: Mücella, romandaki en sıradan, düz, hatta kendi tabiriyle “içinde yazmaya değer bir şey olmayan kayda değmez bir ömür” e sahip roman karakteri. Yazar böyle bir roman karakterini merkeze alıp, etrafında dönen dünyayı da içine alarak sıkıcı olmayan bir roman çıkarmayı başarmış.

MücellaMücella “sessiz, sedasız, olaysız, şaşırtmacasız” bir yaşam sürerken, bizim kitapta karşılaştığımız can alıcı, şaşırtıcı olaylar, büyük aşklar, ihanetler; tamamıyla onun etrafında, onunla bir şekilde yolu kesişen, tanıdığı insanların yaşadıkları olaylardan ibaret. Kitabı okurken bir hüzün bulutu sarıyor sizi ama asıl kitabın kapağını kapattığınızda, anlıyorsunuz ki; başlarına türlü trajediler gelen diğer kahramanlar için değil, en çok yine Mücella için duyuluyor bu hüzün. Yaşadıklarının değil, yaşayamadıklarının hüznü. Mücella onları izlerken bitiriyor ömrünü. Kendi için yaşayacaklarını onların yaşamında buluyor.

Mücella’nın çocukluğuyla başlayan romanda, yıllar birbirini kovalıyor, II. Dünya Savaşı patlak veriyor, Türkiye savaşa girmese bile, ekonomi çökmüş durumda, resmen kıtlıkla savaşıyor ülke. Yönetimlerin değişmesi, siyasi olayların, çatışmaların baş göstermesi, ihtilaller gelip geçiyor. Bütün bunlar yaşanırken, Mücella, çok da fazla bir şey beklemediği, kendisine verileni yaşayan, pek fazla sorgulamayan, şikayet etmediği düz hayatını yaşamaya devam ediyor. Gençliğinin son demlerinde ufak girişimlerde bulunsa da, hayatını değiştirmiyor bunlar.

Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir anne tarafından yetiştiriliyor Mücella. Öyle ki, Almanya’dan hediye gelen Nescafe ile ilk defa tanışan Neyyire hanım (Mücella’nın annesi)’ın Türk kahvesi geleneğine olan bağlılığını anlatan ifadeler, gelenekçiliğinin özeti gibi: “Tek yudumunun bile kıymeti bilinmesi gereken kahvenin koca su bardağında içilmesini, … Neyyire Hanım’ın aklı pek almadı. Kahveye hakaret gibi geldi bu bol kepçelik ona. Kazan gibi bardakta kahvenin keyfi tamam olur muydu hiç? Bu kadar bol olursa kahve eksik kalmaz mıydı? Kahve bu. Minicik bir fincandaki azlığı güzelliğinin garantisi, en bol olduğu anda bile nadirliğinin uyarısıydı peşinen. Cezve başında çekilen zahmet değerinin diyeti. Bu yüzden kahve tek fincanla sınırlıydı. Çay gibi aynı vakitte ikincisi, üçüncüsü, tekrarı olmazdı onun.”

Belki de gelenekçilikten dolayı, devrimlerin de henüz tam özümsenmediği genç cumhuriyet yıllarında; özellikle kız çocuklarının aşırı korumacı yetiştirilmesi, hayata karışma konusunda eskiden kalma tutucu tavırlar, baskılar, yasaklar, özellikle babasız kız yetiştirme konusundaki endişeler, kitapta olan aile yapılarında sıkça karşımıza çıkıyor. Bu aşamada annelerin çocuklarının hayatlarını yön vermede fazlaca rol aldıkları, belki de olması gerekenden fazla müdahil oldukları durumların nelere sebep olduğunu görebiliyoruz.

Kitaptaki karakter analizlerinde yeterince ayrıntıya girildiğinden, karakterleri çok iyi tanıyıp, kendinizi onların yerinde görebiliyor, yaşadıklarını daha net hissedebiliyorsunuz ve kitabın daha çok içine girebiliyorsunuz bu şekilde. Betimlemeler oldukça başarılı bana göre… “Sırı dökülmüş bir aynanın içinde ancak yarısına kadar kullanılmış ama atılmaya da kıyılamamış bir eski zaman kokusu gibi yarım kalmıştı Mücella teyzenin hikayesi.“ cümlesi ne de güzel anlatıyor Mücella’nın hayatını.

Romanın anlatım tarzı, sanki o dönemde yaşıyormuşsunuz gibi hissettiriyor ve dönemin tarihi, siyasi olayları ve bunların sosyal yapıdaki yansımaları, aile yapıları, insanların bakış açıları gibi pek çok konuda döneme ışık tutuyor diyebilirim.

Mücella
Nazan Bekiroğlu
Timaş yayınları
340 sayfa, 2015

2 thoughts on “Mücella

  • 3 Aralık 2016 tarihinde, saat 13:14
    Permalink

    Emeğine, kalemine sağlık canım. İyi yürekli insanlar hep yazmalı. Pozitifi yaymalı… Sen çok güzel başarıyorsun bunu, Huriser’cim.

    Yanıtla
    • 3 Aralık 2016 tarihinde, saat 13:56
      Permalink

      Çok teşekkür ederim güzel görüşlerin için, güzel şeyleri bulup çıkarabildiğimiz zaman zevk alıyoruz kitaplardan, hayattan..

      Yanıtla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir