Mirdad – Kundaktaki Ermiş
Bir kitabın hikmetini veya doğruluğunu anlamak için sadece okumak yetmez; altında yatan derinliği, kendini tanıtan özünü anlamak, hatta hissetmek gerekir. O kitabı ele almak bir nevi sohbet gerektirir. Ya yüreğinize ya da aklınızın o kuytu dehlizlerine hitap ederken sizde bir kenarda cümlelerle seyahate çıkarsınız.
Uzun zamandır elime alıp okumaya cesaret edemediğim ve neden ertelediğimin sebebini okudukça anladığım bir yazar oldu Nuayme.
Kendi içsel yolculuklarını, varlığının nedenlerine dair soruları ve sorunlarla yola çıkan yazarımız, tüm çıkış yollarını bir mağaraya yerleşmekte bulur. Mağaraya yerleşmesiyle birlikte Mirdad karakteri doğar. Nuayme Mirdad’ı kaleme alırken sadece onu bütün benliğiyle kabul etmekle kalmamış, insanlığın önderi gibi okurlarına sunmuştur. Okurken cümlelerde hakim olan yazarın kimliğini daha çok göreceğiniz, içerisinden hayata dair özlü sözler çıkarabileceğimiz bir kitap sunuyor bize Nuayme.
Her şey As ve Lübnan dağlarının bir tepesinde başlıyor. Tepenin adı, Sunak. Sunak üzerinde ‘Gemi’ adında bir heykel. Terkedilmiş, insanlar tarafından harap edilmiş.’Gemi’ olarak anılan bu heykelin ardında bir hikaye var elbet ve hikayesi Tufan’dan sonrasına dayanıyor. Her insan ardında bir imza, eser, veya bir mesaj bırakmak ister tıpkı Nuh peygamberimiz gibi. Yaşanılanların bir ders olması, veya geleceğe ışık tutmasını arzu ederek oğlu Sam’e vasiyette bulunur. Bu öyle bir vasiyettir ki asırlar ve nesiller boyunca Tufan’ın unutulmaması için dağın en zirvesine bir heykel yapılmasıdır. Tıpkı Nuh’un içinde bulunduğu gemiye benzeyen.
Ve bu heykel geminin içinde ise dünyevi zevklerinden sıyrılmış dokuz kişi yaşayıp ta ki ölüp başkası yerine geçene kadar orada dua edecektir. İzleyen tüm asırlar boyunca bunun böyle devam etmesini oğlundan dilemiştir Nuh.
Kitabın bu etkili hikayesinin sadece girişi olduğunu belirtmek isterim zira sayfaları çevirdikçe sizi bekleyen başka bir dünya, yani Tufan’dan yüzyıllar sonrasının bir hikayesi karşımıza çıkmaktadır; Mirdad karakteri ile. Mirdad bir nevi ilmin, doğrunun ve sevginin doğması gibi Gemi heykelinin içinde dünyadaki tüm insanlığı temsil eden ermiştir. Nuaymenin değindiği gibi aslında kundaktaki ermiştir, tekten çokluğu; çokluktan tekliği temsil eden.
İnsan kundaktaki bir Tanrı’dır. Zaman kundaktır, mekan kundak, insanlar da kundaktır. Duyular da duyuların algıladığı her şey de öyledir. Anne, kundağın, ona sarılmış olan çocuğun dışında bir şey olduğunu bilir. Çocuk ise bunu asla anlayamaz.
Heykel geminin içinde bulunan dokuz kişi aslında tüm insanlığı temsil etmektedir kitapta. Her bir karakterin kendine özgü kelimesi deyim yerindeyse bir ideolojisi vardır. Şemadim’i ele alırsak eğer her insanın içinde bulunan kuşkuyu temsil ediyor. Mirdad ise kuşkuyu teslimiyete çeviren bir aracı görevi görüyor. Günler ve aylar geçtikçe Mirdad dokuz karakterin her birine aracılık edip onların temsiliyetlerinin aslını gösterir.
Engeller dünyasıdır sizin dünyanız. Çünkü içinizdeki ‘ben’ de engellerle doludur. O ‘ben’, kendisine yabancı saydığı şeyleri dışarı bırakmak için kendisinden saydığı her şeyi bir çitin içine alır.
Hikaye boyunca karşımıza çıkan tüm mekanlar aslında hep kapalıdır. Mağara ve gemi. Ve bunların içinde yaşamayı sürdürmesi gereken insanlar, sayıları fark etmez. Bu metaforları insanoğlunun içinde yaşadığı veya yaşadığını sandığı dünyaya dair göndermelerde bulunan Nuayme’nin kalemini oldukça akıcı bulacaksınız. Uzun yolculuklarınızda size kıssadan hisseleriyle iyi bir yoldaş olacağına eminim. Zira bu dünyanın sadece ve sadece sevgiyle güzelleşebileceğine inanıyorsanız, listenize almanızı şiddetle tavsiye ederim. Ve özellikle günlük koşuşturmalar, ve yoğun programlarınızın arasına kafa dinginliğinizi sağlayacak bir kitap arıyorsanız..
Sevgi hayatın özü, nefret ise ölümün irinidir. Bilin ki sevginin özü, damarlarda hür olarak akmadıkça yaşayamaz.
Mirdad – Kundaktaki Ermiş
Mihail Nuayme
Kaknüs Yayınları
256 sayfa, 1999