Kral Bilir
Kubbe yapılı binanın kapıları sonuna kadar açıldı. Bugün köleliğin meşruiyeti oturumu yapılacaktı. Oturumdan istediği kararları alabilirlerse en azından bir 10 yıl, 20 yıl, hatta talihleri istedikleri gibi giderse 40 yıl dahi köle sürüsünün emeklerini istismar edebilirlerdi. Öyle bir sistem kurulmuştu ki, bu körlükten çıkabilmek imkânsız hale gelmişti. Kim ne zaman müfredat dışı bir soru ile karşısına çıksa, sistem onu anında yutuverirdi. Aslında alınan kararlar falan yoktu. Alınmış kararlar temsilcilere tebliğ edilecekti. Kararların çoktan alınmış olduğu, kralın toplantıya yine gelmemesinden belliydi. Bu toplanma halleri sadece temsilcilerin gönlünü hoş tutmak, kralın teveccühlerini kendilerine arz etmek için yaratılmıştı.
En az bir kent oluşturacak kadar kalabalık insan topluluklarını ağırlayabilen binada gösterişin değmediği tek bir hücre yoktu. Kubbesi camdan, tavanı neredeyse görülmeyecek kadar yüksek, her bir duvarında değerli taşlardan yapılmış sanat eserleri, konukların kullandıkları ihtiyaç giderme alanları bile altın ya da gümüştendi. Kralın oturduğu tekli hükümdar koltuğundan başlayarak ters piramit şeklinde binanın her yerine yükselerek yayılan konuk koltuklarının antik tiyatroları andırması ise içeride oynanan oyun için kusursuz bir mimariydi.
Önce ruhban sınıfı aldı yerlerini. İlk gelen son sıralara doğru otururdu. En önde oturanların sonradan gelmesi ise adettendi. Aristokratlar hemen önlerine oturdular. Senatörler de onların önlerine. Öndeki grubun, hemen arkasına denk düşen grubu aşağılama ve hor görme hakkı her zaman vardı. Bu, herkesin anlasa da ispat edemediği, naif bir nüktedanlık altında yapılan elit bir aşağılamaydı çünkü. Hiyerarşik düzene uygun bir kuraldı bu geç gelme kuralı. Ne kadar önemliysen, o kadar geç gelirdin. Tamda toprak sahiplerinin kendi topraklarında söz sahibi olamamasına uygun bir çelişki. Çelişkilerin uyumu krallığına Hoş geldiniz!
“Evet baylar. Kral sizlere şükranlarını sunar. Aldığımız kararlara sonuna kadar riayet ettiğinizi görünce nasıl mutlu oldu bilseniz. Böylece krallığımız da huzur buldu. Şiddet eylemlerinin önüne geçildi. Artık aldığımız kararların faydasını gördüğümüze göre, bize onları yasalaştırmak düşer. Bir söyleyeceği olan var mı?” Diyerek oturumu açtı oturum başkanı senatör.
Aristokratlardan büyük kısmı kararlara sorgusuz bağlılıklarını bildirirken huzursuzluk içinde olan azınlık bir kısımda söylenmeler başladı. İçlerinden biri:
“Çok saygıdeğer beyefendiler. İç huzuru sağladığınızı düşünebilir, hatta bununla övünebilirsiniz bile ancak henüz bir başkaldırı, eylem görülmeyişi halkın sonuna kadar seyirci kalacağı anlamına gelmez. Huzur bulduğu söylenemez. İçlerinden bazılarının kendi kolonilerine uyum gösteremeyip duvarları geçmeye çalıştıklarını biliyoruz. Burada halktan, en azından burjuva sınıfından temsilciler olmalı” dedi.
Bu konu oturumlar başladığından beri çokça tartışılmış olduğundan, yine aynı konunun ele alınmasından sıkılmış çoğunluk olan aristokratlar arasında homurdanmalar başladı. Ruhban sınıfı için tartışmaya gerek yoktu. Onlar alınan kararları korkulu ve dehşetli efsanelerle bütünleştirecek halka anlatacak, tövbe ettirecek ve iflah olmaz günahkârlar olduklarına haklı inandıracak o kadar.
“Şu burjuva sınıfına da oldum olası gülmüşümdür. Ne asildir ne de halk. Ne dindardır ne tam olarak inançsız. Aydınlanmamış olduğundan, aydınlatma erdemi gösteremeyen bir fener gibidir. Üretim araçları elindedir ama her zaman mal sahibi değildir. Asıl malın sahiplerinin zaten sahip olduklarını onlara adaletle dağıttığıyla övünen sonradan görme bir zenginler sınıfı” bunu söyledikten sonra kahkahalarla sarsıldı zengin aristokrat. Bedeni bir top kadar yuvarlak, boyu kısa fakat gür sesli. Çok konuşan ve sırf çok konuştuğu için kimsenin karşı görüş beyan etmeye pek hevesli olmadığı biriydi. O kadar gülünecek bir şey olmadığının o da farkındaydı elbet. Ama bu da sizi ciddiye almıyorum demenin görsel haliydi. Ona göre, onunla aynı fikirde olmayan azınlık aristokratlar kesinlikle onun hem aydın, hem de zengin olmasını kıskanıyordu. Bu nedenle asıl söz sahibi kendisi olmalıydı. Aynı sınıf içindeki bölünmeler de daha can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı zaten.
İlk konuşan aristokrat; “Fena halde yanılıyorsunuz bayım. Söylediklerinizin bir kısmı doğru olsa da burjuvalar halkla yakın temas halinde olan tek gruptur. Halkın nabzını tutmamız için gereklidir. Tabi ki aziz pederleri saymazsak. Gerçi pederler de halka bir paravan arkasından bakmak ve cübbesi altından onlara korku salmak dışında pek bir temasa geçmezler. Nasıl aziz pederler, halk yeterince korku içinde mi? Yiyemedikleri yiyecekler için de dua ediyorlar mı?
Pederlerden en yaşlısı istavroz çıkararak söze girdi. “Bizim, halkımızı tanrının seçtiği yüce kralımıza asi gelmelerini engellemeye çalışmak dışında bir emelimiz yoktur. Biz, onların birer günahkâr olmamaları için vaizlerimizde yaşanmış ya da yaşanması muhtemel hikâyeleri anlatıyoruz. Bundan neden ve nasıl rahatsız olursunuz? Bu yüce toplantılarımızda alınan kararlar değil mi? Bizi bunun için çağırmıyor musunuz?
İlk konuşan aristokrat: Evet hepimizin aldığı kararlar. Bunda bizlerin de payı var. Beni rahatsız eden, içimi kemiren de bu. Hepimizin aldığı kararlar sonucu yarattığımız baskı, kölelik. İnsanlık böyle bir şeyi hak etmiyor. Bu yanlışı bir yerden düzeltmeye başlamazsak tarih ve halk önünde yargılanacağız baylar. Kutsal kitap hepimizin eşit olduğunu söyler. Biz böyle rahat içinde yaşarken, ördüğümüz duvarlardan halkı göremiyoruz. Onları görmeden, acılarını hissetmeden onların kaderine şu gösterişli binada nasıl karar veririz?
Şişman ve zengin olansa “O zaman sizi de gönderelim halkın arasına. Gidin yaşayın bakalım. Cehaletleri ve ilkellikleri midenizi bulandırmayacaksa gidin. Onlar kendileri için karar veremezler. Onların refahı için karar verecek yine bizleriz. Onlar kendileri için neyin iyi, neyin doğru olduğunu bilemez emin olun. Yani bu bir nevi bizim onlara karşı görevimiz. Siz de pekiyi biliyorsunuz. Evcil bir hayvana senatoda yetki mi verelim istiyorsunuz?” Dedikten sonra yine binayı çınlatacak kahkahasını attı.
“Sizi onlardan ayıran nedir peki?” bunu söylediği an pişman oldu ilk konuşan aristokrat. Çünkü bu, kaybedeceğini bile bile savaşa girmekten farksızdı. Senato tarafından sonsuz bir desteği vardı bu şişkonun. Zengin olması bunu çok kolaylaştırmıştı. İstediği açıdan besleyebiliyordu kralı. Öfkesine hâkim olamadığı için kendine kızdı ama artık bir söz söylemişti ve kendisini destekleyen bir avuç insanı da kaybetmek istemiyorsa devam etmeliydi. “Bu konuşmalarınız sizi aşağıladığınız, zekâsını küçümsediğiniz burjuvadan farksız kılar. Talihiniz sonucu evcil hayvan dediğiniz insanlar gibi doğmadığınız için bu kadar kibirli olma hakkını kendinizde nasıl buluyorsunuz? Burjuvanın hiçbir aydınlanma yaşayamayacağını söylediniz. Siz kimi ve neyi aydınlatıyorsunuz peki? İnanın bunu çok duymak isterim. Nedir sizi aydınlık yapan?”
Öfkeden kıpkırmızı olan şişko bu sefer de bunu saklamak için yine kahkaha attı. Sonra “İşte beni aydınlık yapan tam da budur. Sizin göremediğiniz hakikati görmek. Birbirimize düşsek de doğa kanunlarını değiştiremeyeceğimizi anlamak. Benim aydınlığım, sizin de zayıflığınız budur işte” dedi.
Kralın tahtının arkasında kalan uzun, delikli tahta paravan açıldı. Bu paravanın bir koridorla kralın çalışma odasına bağlandığını herkes biliyordu ve bu paravan açıldıysa içerden tek kişi çıkabilirdi. Salonda kısa bir şok ve panik halinden sonra bir uğuldama, bir sessizlik ve ardından alkışlar, ondan sonra da diz çökme seremonisi yaşandı. Bu kadar kısa sürede insanların bu denli ruh değişimi, bilinç çatışması şaşılacak şeydi.
Kral tek söz söylemeden başıyla ve biraz da tacını yerinden oynatarak salon kapısı önünde duran askerlerine bir işaret yaptı. Bu işareti yapmayalı çok olmuştu ama herkes bunun ne demek olduğunu biliyordu. Bu kez herkes başı önünde beklemeye başladı. Askerler ilk konuşan aristokratı aralarına alıp salondan dışarı çıkardılar. Akıbeti ne olacak artık kral bilir. Ne de olsa tanrının seçtiği kral olduğundan artık Tanrı bilir yerine bazen kral bilir deniyordu. Kral yine tek kelime etmeden başıyla sözcüsü olan senatörü işaret etti. Kralın kelimeleri sanki tanrı tarafından sınırlı verilmiş ve bunu ömrünün sonuna dek tasarruflu kullanmak zorundaymış gibi ender duyulurdu.
Sözcü senatör önceden alınmış kararları okudu. Kabul etmeyenler olup olmadığı usulen soruldu. Biraz önceki gösteri amacına ulaştığından olacak kimseden ses çıkmadı. Böylece, yüzden fazla insanın kabulü ile kararlar yasalaştı. Kimse itiraz etmemişti. İşte böyle farklı düşüneni sistemin anında yuttuğu bir oyunda tek tip insan modeli oluşturmaktı amaç.
Halk için alınan ve yasalaşan kararlar neler? Yaşadığın hayatta bilinçsiz de olsa uyum sağlamak zorunda olduklarına bir bak!
Seher Öğütçü, 2020
Akıcı bir dil ile çok güzel anlatılmış. Başarılı…