Kapital Edebiyat
Türk edebiyatı kendini kozadan çıkartmayı başarmıştı nihayet. Matbaanın getirilmesiyle kendini var etmiş, saray soylusu olmaktan vazgeçip halkın arasına karışmıştı. Artık padişahın veya zenginlerin oyuncağı olmakla ömür geçirmeyecekti. Sokağa indikten bir süre sonra bünyesinden Namık Kemal’i, Ahmet Mithat Efendi’yi, Şemsettin Sami’yi çıkarmayı başarmıştı. “Artık ben de buradayım! Sanatın içinde ben de varım!” diyerek masaya yumruğunu vurmuştu.
Doğumlarının ağır ve sancılı sürecini henüz hafızasından silmeden dünyayı saran edebi akımları takibe başladı. Evet, kendini göstermesi geç olmuştu fakat hazıra konduğu için daha rahattı. Önünde gidilebilecek birçok yol vardı. Romantizm, realizm, sürrealizm, natüralizm gibi onlarca akıma kapılıp gidebilirdi. Hikâyeler, şiirler, romanlar, tiyatrolar, öyküler gibi her çeşit alanda varlığını gösterebilirdi. Sonuçta onlarca destanı olan bir millet kağıt-kalem alanında da destan yazıp bayrakları astırmak için meydana çıkmıştı.
Servet-i Fünun dedikleri yeni bir çağı açmayı kabul etti. Yetmedi “Cumhuriyet” adını verip çeşitli imgeleri kattı ailesine. Yeşilçam’la hayatını birleştirip, soyunu sürdürmeye devam etti. Birçok çocuğunu Yeşilçam’la beraber büyüttü. Okunmazsa seyrettirdi, seyredilmezse radyolardan dinlettirdi kendini. Çok mutluydu, ülkesindeki her bir evde kitaplıklara misafir olmaktan, sade siyah ciltlerin altında kocaman dünyalar sunmaktan mutluluk sarhoşu oluyordu. Yeşilçam, bu mutluluğa fazla dayanamadı. Aniden kara kutu hastalığına yenik düştü. Ne olduğu anlaşılmadan, içindekilerle beraber toprağa gömüldü. Edebiyat, evlatlarına sahip çıkmak için kendini toparlamaya çalıştı. Başardı da!
Bir gün, apansızın, mutluluktan sarhoşken… Gözlerini kapatıp, güneşin tenini yaktığı o bedenine garip bir kelepçe vuruldu: İnternet. Henüz ne olduğunu çözemeden instagram mahkemesine çıkarılacağı söylendi. Bağırıp çağırarak yanına yegâne dostlarını çağırdı, yayınevlerini. Altın kafese koyularak mahkemeye getirildi. Yayınevleri, avukatlık yapmayı kabul ettiler. Mahkeme heyeti iki şartla salıverilmesine karar verdi. 1. Şart; Avukatlar bedel olarak kitap kapaklarını süsleyip; içerik, yazar, eser hakkında hiçbir önem arz etmeden sadece kapaklar için çalışacaklardı. Kapitalist sistemin emri altında çalışan mahkemeler, bir başına kalmış Edebiyat’ı mı esir etmeyecekti? Edebiyat, bulunduğu altın kafesten bağırmaya çalıştı fakat boşunaydı. İkinci Şart ise Ali Rıza Bey gibi felç etti. İnternet kelepçesi takılı olarak ömür boyu altın kafeste yaşayacaktı. Kendi soyundan olan evlatlarının sadece kelepçelere hizmet etmesi için çalışacağı, kapitalist sistemden gelecek emirleri para denilen mektupla alacakları söylendi. Edebiyat kahrolmuştu. Hüzün içinde yayınevlerine baktı. Kafesin içinde sadece çırpınıyordu ya, ne gören vardı ne duyan.