İlk Türk polisiye romanı: Esrar-ı Cinayat

Tanzimat Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden Ahmet Mithat Efendi, her eserinde okuyucusunu aydınlatmayı, bilgilendirmeyi amaçladığından hace-i evvel, yani ilk öğretmen diye anılır. Tanzimat Edebiyati’nin en popüler yazaridir. Düzyazının bütün tür ve konularında iki yüz kadar eser vermiştir. Ahmet Midhat’ın yapıtlarının özgün niteliği, akla gelen her konuda okuyucusunu aydınlatması, ona bilgi ve bunun yanında çıkarılacak bir ders vermesidir. Bu bilgiyi vermek için konuyu kesip araya girer; diyeceğini der ve sonra yine konuya döner.

Türkçe’de pek çok ilke imza atan Ahmet Mithat Efendi, dilimizde yazılan ilk polisiye romanın da yazarıdır. Esrar-i Cinayat isimli polisiye roman, 1884’te kitap olarak yayınlandı.

Esrar-ı Cinayat, Ahmet Midhat Efendi’nin Gaboriau’dan etkilendiği ama yine de yerli renkleri ustalıkla kullanıp, konunun yerel yönünü iyice belirlediği bir polisiye romandır. Ahmet Mithat, bu romanda, Gaboriau ve Edgar Allen Poe ile başlayan geleneksel polisiye romanlarda olduğu gibi salt analitik çıkarsamalarla sonuca varan bir polisiye roman yazmamış; melodramın insan kaderiyle ilgili trajik yazgısına; işlenen cinayetler kadar başat bir yer vermiştir. Romanda bütün Ahmet Mithat romanlarında olduğu gibi; naif bir anlatım ve konuyu kesip okuyucuya genel anlamda bilgiler verme açıkça görülür. Kitabin dili, dönemine göre çok sadedir; özellikle diyaloglarda bu durum daha belirgindir. Olayların gelişimi içinde mekân olarak İstanbul’un çeşitli semtleri başarili bir şekilde kullanılmıştır.

Esrar-ı Cinayat şöyle başlar:

Hediye Hanım’ın konağında…
Olay “Bin iki yüz şu kadar sene-i hicriyesine müsadif olan Temmuz ayının on yedinci Salı günü” İstanbul’da yayınlanan gazetelerdeki bir haberle baslar. Karadeniz’de balık avından dönen balıkçılar, Boğaz’ın girişindeki Öreke Taşı denilen yerde bir genç kızla iki adamın cesedini bulmuşlardır.

Duruma, Beyoğlu mutasarrıflığı müstantiklerinden (soruşturma memuru, dedektif) Osman Sabri el koyar. Osman Sabri’nin kimliği söyle çizilir: Nazik olmak gibi bir kaygumuz olmazsa cılız sözcüğüyle tanımlayabileceğimiz, ufak tefek, karikatür gibi bir adamsa da; beyince ve onun sonucu olan zekâca zenginliğine gözlerinden yayılan anlayış ateşleri tanıklık eder. Cinayet yerindeki kanıtlara dikkat edilmediği ve bozulduğu için ilk soruşturmadan fazla bir sonuç çıkarılamaz.

Bu olaydan bir ay sonra Beyoğlu’nda Halil Suri adında Hıristiyan bir Arap evinde asılı olarak bulunur. Halil Suri, dönemin önemli kişileriyle sıkı ancak karışık ilişkileri olan, zengin bir adamdır. Olay ilk önce intihar sayılır. Olay yine Osman Sabri’ye havale edilir. Dedektif, bu kez bilimin de yardımıyla olayın intihar değil cinayet olduğunu ortaya çıkarır. Bilimin katkısı doktorların tanısıyla gerçekleşmiştir.

Esrar ı Cinayat Olaylarla, romanda anlatıcı olarak gördüğümüz bir gazeteci de ilgilenmektedir, ancak Osman Sabri’den pek bilgi alamaz. Ama, gazetelerde adının anılmasından ve övülmekten pek hoşlanan Beyoğlu mutasarrıfı Mecdalettin Paşa, tanıştığı gazeteciye, Osman Sabri’nin kendisine sunduğu raporu bütün ayrıntılarıyla açıklar. Gazeteci, sorumluluk sahibidir, Osman Sabri’nin iznini almadan bu bilgileri yayımlamaz ve aralarında bir dostluk kurulur.

Osman Sabri Efendi, iki cinayet arasında bir bağ olduğunu keşfeder. Öldürülen kızın elbisesindeki bir etiketten, elbiseyi diken terziyi bulur, ondan da elbisenin Hediye Hanım Konağı’nda dikildiğini ve parasının Halil Suri tarafından ödendiğini çıkarır. Hediye Hanım 3540 yaşlarında, kocasının gelirine göre çok lüks bir hayat yaşayan bir kadındır.

Olayları aydınlatmak için kararlı olan Osman Sabri, gazeteciden yardım ister ve ortak bir plan uygularlar. Osman Sabri’nin bir ak hadım olan yardımcısı Köse Necmi bohçacı kadın kılığına girip, söz konusu konağa gider ve Osman Nuri’nin tanıdığı bir kuyumcudan ariyet olarak aldığı elmasları çok ucuza satar gözüküp, Hanım ile dostluğu ilerletir. Bu arada da dedektifin Mutasarrıf Paşa’ya kafa tutup kendini azlettirdiğini duyan ve korkan kuyumcu, geçici olarak verdiği elmasları geri ister. Osman Sabri veremeyeceğini, isterse kendisini Mutasarrıf Paşa’ya şikâyet etmesini söyleyerek kuyumcuyu kızdırır. Kuyumcunun şikâyeti üzerine de Paşa büyük bir keyifle Osman Sabri’yi tevkif ettirir ve gazetecilere onu küçük düşürecek beyanlarda bulunur.

Osman Sabri, mahkemede gazeteci ve Köse Necmi’nin tanıklığı ile cinayetleri aydınlatmak gayesiyle elmasları Hediye Hanım’a gönderdiğini yargıçlara anlatır ve Hediye Hanım’ın sorgulanmasını sağlar. Bu arada Köse Necmi, Mecdalettin Paşa’nın Hediye Hanım’a yazdığı bir mektubu da ele geçirmiştir. Paşa da mahkemeye gelip ifade vermek zorunda kalır. Hediye Hanım sıkışınca, Öreke Taşı’nda ölü bulunan kızın kendi evlatlığı olan Peri adlı bir kız olduğunu kabul eder ve onu Halil Suri’yi sevdiği için, Peri’ye deli gibi aşık olan Kalpazan Mustafa adlı bir kişinin öldürdüğünü ve sonra da Halil Suri’yi öldürmesinin mümkün olduğunu ifade eder. Osman Sabri, Hediye’nin verdiği ifadeye inanmaz ve merkezi hükümetin verdiği emirle görevine döndüğünden ve artık Mecdalettin Paşa’dan da bir tehlike gelmeyeceğinden gerçeği bulmak için çalışmaya başlar.

Esrar-ı Cinayat
Ahmet Mithat Efendi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir