Hep Yuvaya Dönmek

Yaşanmışı yazmak, ya da varlığından emin olduğumuz varlıklar üzerine yazmak, biraz yeteneğiniz varsa çok zor bir iş değildir aslında. Ama yazdığınız bir ütopya ya da distopya ise işiniz zordur. Le Guin “Ütopyalar imkansızdır. Ama yazabiliriz.” diyor. “Gerçekleştirebilir de” demesini isterdim. Zira insanın yaratılışında ki mükemmeliyetin korunmasıyla gerçekleşecek, her yeni yaşam biçiminin adıdır “ütopya”. Ütopya yazmayı denemiş bir çok yazar tanışmıştır edebiyat dünyası. Bir çoğunu okurken “ne güzel hayal etmiş yazar” diye düşünürüz. Yazarın kurgusuna, bu kurguyu ifade ettiği kelimelere hayran kalırız. Le Guin’e gelince, “Hep Yuvaya Dönmek ” isimli eserine gelene kadar , onun içinde aynı cümleleri kurmak mümkündü. Hep Yuvaya Dönmek bu sıradanlığı ortadan kaldırdı. Le Guin, imkansız görünenin mümkünlüğüne inandırdı bizi bu eseriyle. “Gerçekleştirilebilir” deyişimin açıklamasıdır bu.

Hep Yuvaya DönüşUrsula Le Guin, bu eseriyle bir ütopya yaratırken, bizi zaman zaman da fantastiğin sınırlarına götürür. Gerçek mi kurgu mu şüphesiyle okumaya devam ederken, aklınıza şu tarz sorular gelmesine engel olamazsınız: Keş’ler ülkesine nasıl giderim? Bu ülkede tam olarak nerede? Kendileriyle bir müddet yaşamama izin verirler mi acaba? Sonra birden kendinize gelirsiniz ve yolculuk yapmak istediğiniz bu ülkenin, elinizde tuttuğunuz kitabın sınırları içinde olduğunu anlayarak kalakalırsınız.
Hep Yuvaya Dönmek, varlığına çok ustaca inandırıldığımız, ama henüz var olmayan bir coğrafyada, gelecek zamanların herhangi bir diliminde yaşadığı ( yaşayacağı mı demeliydim? ) varsayılan Keş Halkının yaşamını konu alan bir eserdir. Keş Halkı, Kuzey Kaliforniya’nın Na Vadi’sinde yaşayan, barışçı, kendilerine özgü bir çok gelenek ve anlayışlarla donanmış bir yaşam süren bir halktır. Le Guin, bu halkın yaşamını öyle ilmek ilmek örerek anlatır ki bize, siz bu kitabı okurken Keş halkının şu anda, adet edindikleri bir ritüeli yaşamakta olduklarından şüphe duymazsınız. Zaman zaman belgesel, zaman zaman biografi, zaman zaman da bir anı yazısı okuduğunuzu düşünürsünüz.

Bu eseri okuyan diğer okuyucuların ne hissettiklerini bilmiyorum, ama ben kendimi masal sayılabilecek bir örgünün içinde hissettim. Bu eserin bir çok yerinde masalımsı anlatımların olduğunu söylüyorum yani. Le Guin; “Asıl yolculuk, eve dönüştür” der ve bu muhteşem eserini de bu cümlesi üzerine inşa etmiştir. Tıpkı hemen her masalda ki kahramanlar gibi, “Kuzey Baykuşu” da evinden çıkar ve bütün Keş ülkesini dolaşarak, gelişim ve oluşumunu tamamlamış olarak evine döner. Bu dönüş kaçınılmazdır, döngünün tamamlanması için gereklidir. Le Guin, bu yolculuk süresince Keş halkının coğrafyasından masallarına, edebiyatından şarkılarına, inançlarından geleneklerine, dillerinden ritüellerine kadar tüm yaşamlarını keşfetmemiz için bizi de Kuzey Baykuşu’yla birlikte bu yolculuğa çıkarır.

Keş halkının doğayla ilişkisi de oldukça manidardır, yaratılmış her şeyi onurlandırmadan kullanmama ve ebedi yolculuklarına yollamama gelenekleriyle çok etkileyici, örnek alınacak bir çevrecilik anlayışları var. Keşler, insan-doğa ilişkisinden başlayarak, hiçbir yanı bugün içinde yaşadığımıza benzemeyen bir dünyada yaşıyorlar. Zaman onlarda çizgisel değil, mevsimsel döngülerle işliyor. Onlara göre gelişme, teknolojik ilerlemeyle kuşatılmış değil. Dikkatinizi çekerim “sınırlandırılmış” demiyorum; “kuşatılmış değil” diyorum. Gelişmek o coğrafyada iyiye doğru gerçekleşen bir değişimden ibaret. Ve onlar için yaşadıkları coğrafyadır asıl olan, dünyanın geri kalanıyla pek ilgileri yoktur, buna ihtiyaçları da yoktur. Zira ömür; sınırı olan ve hiç bir saniyesinin boşa harcanmaması gereken değerli bir armağandır. Bu armağanın nasıl ve ne zaman alındığının hiç bir önemi olmadığı gibi, ne zaman geri verileceği de önemli değildir. Önemli olan bu armağanın ne kadar iyi korunduğudur.

Ursula Le Guin’in, bir röportajında kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevap, büyük ihtimalle sizin de bu kitabı okuduktan sonra içine de bulunacağınız ruh haliyle büyük benzerlik taşıyacaktır. Şöyle diyor Le Guin: “Kitabı bitirmeyi hiç istemememin bir nedeni, yıl boyunca bir Keş gibi yaşamaya son vermek zorunda kalacağımdı. Çok keyif almış, kendimi evimde gibi hissetmiştim.”

Yazım başarısı, kurgusu, işleyiş şekli hakkında sadece övgüyü hakkeden yazarın bir konu da eksik kaldığını düşünüyorum. Ursula Le Guin, İbn-i Tufeyl’in “Hayy bin Yakzan” eserini de okumalıydı bu eseri kaleme almadan önce ve doğu kültürlerini de dahil etmeliydi yazdıklarına. İnsanlığın nasıl temiz bir fıtrat üzerine yaratıldığını söyleyen kutsal sözlerden de ilham almalıydı.

Şimdi diyeceksiniz; neden? Bana göre “ütopya” hayallerimiz, ruhun hiç kirlenmemiş, deformasyona uğramamış zamanlarda yaşadıklarına duyduğu özlemdir. Ruhlar bedenlerimiz var olmadan çok önce yaratıldığı için, oldukça uzun bir zaman tüm dünyevi kirlerden uzak olarak var olmuşlardır. İşte Ütopya dediğimiz, hayallerimizi süsleyen o yaşam şekilleri, ruhlarımızın hatıralarıdır. Bu sebeple ben ütopyalar için “gerçekleştirilebilir” diyorum, Le Guin’in aksine. Zor ama imkansız değil. Nerdeyse bir distopya yaşanan dünyamızda ütopyaların gerçek olması için daha fazla dua etmeliyiz ve sadece duayla yetinmemeliyiz. Le Guin’e bize o derin hatıralarımızı hatırlattığı için teşekkür ediyorum.

Hep Yuvaya Dönmek
Ursula Le Guin
Ayrıntı Yayınları
528 sayfa

Sevinç Üney Şahin
https://www.instagram.com/kir_mizi_kus/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir