Hakikat tanımlanamaz.
“Hakikat tanımlanamaz. Lao Tzu, onu tanımladığın anda hakikat olmaktan çıktığını söyler. Kendisi uzun bir hayat yaşadı; gerçekten uzun olmalı, çünkü hikâyeye göre seksen iki yıl boyunca annesinin rahminde yaşadığı için doğduğunda zaten seksen iki yaşındaymış. Bu durumda en az seksen iki yıl daha yaşadıysa, çok uzun yaşamış olmalı. Fakat asla tek kelime yazmadı.
Hayatı boyunca müritleri tekrar tekrar “Bir şeyler yaz. Giderek yaşlanıyorsun ve bir gün bedeni terk etmek zorunda kalacaksın. Vasiyetini bırak” dediler. Fakat o güler ve hiçbir şey söylemezdi ya da duymamış gibi sessiz kalırdı.
İyice yaşlandığında, Himalayalar’a gitmeye karar verdi. Müritlerine, “Bir daha asla dönmemek üzere Himalayalar’a gidiyorum. Hayatım boyunca gezgin oldum ve Himalayalar ölmek için en iyi yer. Güzel yaşadım, mümkün olan en coşkulu, en estetik şekilde ölmek istiyorum. O güzel dağlarda, Himalayalar’ın sessizliğinde ölmek istiyorum” dedi.
Çin sınırından çıkarken, sınırdaki bekçi onu durdurdu. “Bir şey yazmadıkça ülkeyi terk etmenize izin vermeyeceğim” dedi. Bekçi, algısı çok yüksek bir insan olmalı. Bugüne yazılmış en önemli şeylerden biri için dünya ona borçludur: Tao Te Ching. Ona eşdeğerde bir kitap yoktur.
Bekçiden kurtulmanın yolunu bulamadığı ve ülkeyi olabildiğince çabuk terk etmek istediği için -ölüm yaklaşıyordu ve Himalayalar’ın sessizliğinde ölmek istiyordu- yazmak zorunda kaldı; üç gün boyunca bekçinin odasında oturdu ve kitabı, Tao Te Ching’i bitirdi.
Fakat yazdığı ilk şey “Tao anlatılamaz. Anlatıldığı anda artık Tao değildir” oldu.
Neyi kastettiğini anlayabilirsin. İlk cümleyi okuduğunda, daha fazla ilerlemeye gerek olmadığını söylüyor. “Hakikat anlatılamaz. Bir kez anlatıldığında, artık hakikat değildir” olur açıklaması. Şimdi, eğer anlıyorsan, kitap biter. Hakikat nasıl anlatılabilir? Evet, yaşanabilir, deneyimlenebilir. Sevebilir, yaşayabilir, olabilirsin; ama tanım mümkün değildir. Tanımlar istiyorsan, üniversiteye gitmen gerekiyor. Profesörler hakikati tanımlar; her felsefe profesörü onu kendi tarzında tanımlar ve milyonlarca tanım vardır ama hepsi yanlıştır. Hiçbir tanım hakiki olamaz.
Hakikat hakkında ne söylenebilir? Hayatın küçük deneyimleri bile tanımlanamaz. Sevgi nedir? Yahut şekerin dilinin ucundaki tadı nedir? Nasıl tanımlanır? Bir nilüfer çiçeğinde gördüğün güzellik nedir?
En büyük filozoflardan biri olan G.E. More içinde iyinin ne olduğunu tanımlamaya çalıştığı Principia Ethica diye bir kitap yazdı. Elbette, etik dünyasında ilk soru budur: İyi nedir? İki yüz-iki yüz elli sayfa boyunca altından girip üstünden çıkmış ama onu tanımlayamamış. Kendisi bu yüzyılın yetiştirdiği en kavrayışlı insanlardan biriydi.
Yenilmiş, yorulmuş, bitkin düşmüş halde sonunda iyinin tanımlanamaz olduğunu söyler. Sarı renk gibi tanımlanamazdır. Biri, “Sarı nedir?” diye sorarsa -kadife çiçeği vardır ve biri “Buna sarı mı diyorsun? Sarı nedir?” diye sorsa-, nasıl tanımlayacaksın? Daha başka ne diyebilirsin? Sarı sarıdır, iyi iyidir, güzellik güzelliktir. Fakat bunlar gereksiz tekrarlardır; hiçbir şeyi tanımlamıyor, yalnızca kelimeleri tekrar ediyorsun.
Hakikat nedir? Onu tanımlamanın yolu yoktur.
Ben sana felsefe öğretmiyor, seninle hakikatimi paylaşıyorum. Tanımlar isteme. Eğer cesaretin varsa, burada sunulan deneyime atıl: Meditasyonun içine atla; o zaman bileceksin. Buna rağmen, öğrendiğinde bile, onu tanımlayamayacaksın.
“Tanrı nedir?” diye soruyorsun.
Bu da hakikatin -sevgilinin adı- başka bir adıdır. “Hakikat”, meditasyon yapan kişi tarafından tamlığa verilen isimdir. “Tanrı”, bir sevgili, bir tutkun tarafından bütünlüğe, hakikate verilen isimdir. İki ok da aynı olguyu işaret eder ama sevgili soyut kelimelerle düşünemez. “Hakikat” çok soyuttur: Hakikati kucaklayamazsın, değil mi? Hakikati öpemezsin; yoksa yapabilir misin? Hakikate merhaba diyemezsin, hakikatle el ele tutuşamazsın. “Hakikat” kişisizdir; meditasyon yapan kişinin, ona kişilik kazandırmak istemediği için verdiği isimdir.
“Tanrı” sevginin sonucu olarak verilen, varoluşla kişisel ilişkinin sonucu olarak verilen isimdir. Sevgili “Sen” demek ister, sevgili “Merhaba” demek ister, sevgili bir paylaşım, bir diyalog ister. Aynı bütünselliktir ama sevgili onu kişiselleştirir. O zaman hakikat, Tanrı olur.
Ve sen, “Ruhsal nedir?” diye soruyorsun.
Hakikatle ve Tanrı’yla ilişkide olmak, ruhsaldır. Unutma, ilişkide olmak; maneviyat hakkında konuşmak değil, belli bir inancı, dogmayı, kiliseyi takip etmek değil, varoluşla dolaysız ilişki içinde olmak ruhsallıktır. Bütünle uyum içinde olmak, burada olmanın ahengini, keyfini ve katıksız kutlamasını hissetmek, ruhsallık budur. Bunun kiliseye veya tapınağa gitmekle ilgisi yok, İncil’i veya Gita’yı ezbere okumakla ilgisi yok. Hiçbir ibadet ritüeliyle ilgisi yok, birlikle ilgisi var: ağaçlarla birlik, yıldızlarla birlik, nehirlerle birlik, var olan her şeyle birlik. Tanrı’nın bu çok boyutlu dışavurumuyla birliktir, bütünle diyalog içinde olmaktır. Kara sevda hali gerekir; o zaman ruhsalsındır. Ruhaniyet kafa işi değildir; kalp kalbe diyalog ve en yüksek noktasında varlık varlığa bir diyalogdur…”
Alıntı : Osho, Masumiyet, Bilgi ve Merak -Çocukken hissettiğin merak duygusuna ne oldu?