Grendel – John Gardner
İnsanlığın hikayesinin başlamasıyla insanın hikayeleri de başlamış oldu. Cennetten yeryüzüne gönderilen insan, dünyaya ayak bastığı andan itibaren kendi hikayesini yazmaya başladı. Cennet gibi olağanüstü bir yerden gelen insanın hafızasında sadece dünya hayatında gördükleri yoktu. O, hayallerin bile ulaşmaktan aciz kaldığı, olağanüstülüklerle dolu bir dünyadan gelmişti. Zihni ve bedeni sonsuzluğa programlı olarak yaratılan, “yaratılmışların en şereflisi” varlık, elbette bu özelliğini yaşamın bazı alanlarında ortaya çıkaracaktı. Edebiyat, bu alanlardan kullanıma en uygun olanıydı.
Efsaneler, mitolojik öyküler, destanlar, distopyalar, ütopyalar ve bilim kurgu öyküler, insanın bu özel durumundan doğan ve beslenen edebiyat türleridir. Olağanüstü bir yerden dünyaya gönderilen insanın, olağan bir hayatı yaşarken, olağan dışı bir hayatı düşlemesinde, insan ruhunun asıl yurdunu özlemesinin etkisinin kaçınılmazlığı açıktır.
Yukarıda saydığım bu edebiyat türlerinin doğmasının sebebi budur. Yalnız insanın göz ardı ettiği bir şey var; burası Cennet değil, dünyadır ve insanoğlu bu dünyada yaşayan tek canlı değildir. İnsan, dünyadaki diğer varlıklara ve doğaya karşı bir yaşam biçimi seçtiği an, kaybetmiştir. Kazanmasının tek yolu birlikte yaşamayı başarmaktır.
“Grendel” isimli eser, John Gardner tarafından 1971 yılında yazılmıştır. İngiliz edebiyatının ilk yazılı eseri olarak kabul edilen “Beawolf” efsanesinin başkahramanlarından biridir, Grendel. John Gardner, İngilizlerin bu büyük efsanesini, efsanedeki canavarın, Grendel’ın, gözünden okura sunar. Bunu oldukça iyi başarır; nitekim “Grendel”, John Gardner’ın en önemli eseri kabul edilir.
Beowulf destanı bir Anglosakson destanıdır. Ancak Anglosaksonlardan değil, İskandinavyalılardan bahseder. (İskandinavya, Anglosaksonların anayurdudur.) İngilizlerin en eski destanı olarak bilinir. Beowulf adındaki güçlü bir İskandinav (Geat) savaşçısını konu alır. Şiirsel bir anlatım tercih edilmiştir. Epik şiirdir ve 3182 dizeden oluşur. Bütün eski İngiliz şiirleri gibi adsızdır. Beowulf destanı, 11. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. 1805 yılında Beawolf ismini almış ve 1815 yılında ilk kez basılmıştır. Sözlü gelenekteki yazarı ve yaratıcısı bilinmeyen bu destan batı Sakson lehçesi ile yazılmıştır. Efsanenin özelliklerinden bir diğeri, 8. yüzyılda sözlü edebiyatta doğmasına rağmen, yazıya bundan 300 yıl sonra geçirilmesidir. Hakkında kesin bir bilgi yoktur, ama bu destanı bir keşişin yazıya döktüğü söylenir. Bu orijinal yazma ise hâlâ Britanya Müzesi’nde muhafaza edilmektedir.
Beowulf efsanesinde Beowulf’un Grendel isimli, insan yiyen canavarı nasıl alt ettiği söz konusuyken, Grendel romanı, Beowulf’taki korkunç canavar Grendel’in bakış açısından yazılmıştır. Grendel bir canavardır, ama ilk başlarda insanı tanımaya, anlamaya çalışır. İnsanın nasıl bir hayat sürdüğüne, neyi niçin yaptığına kafa yorar. Kendisine canavar diyen insanın, mal ve saltanat için nasıl bir canavara dönüştüğüne şaşkınlıkla şahit olur. İnsanlara yaklaşırken asıl niyeti onların başına bela kesilmek veya onlara korku salmak değildir; şahit olduğu hadiseler, insanlarla arasında bulunan uçurumu görmesine neden olur. İnsanların, onu farklı formundan dolayı kesin bir düşman olarak gördüklerinin idrakine varır, bu durumu kabullenerek tam da insanoğlunun kendisini koyduğu yerde durur. Onları yanıltmaz. Grendel adeta, canavar görünüşünden dolayı onu dışlayan ve yapayalnız bırakan insanoğlundan intikam almak için onlara saldırır.
Bazı eleştirmenlere göre Grendel, nihilisttir. Oysa bu yanlış bir kanaattir. Bana göre Grendel, nihilist değil, realisttir. Her şeyi olduğu gibi kabullenmesi ve yaratılışının gereklerini yerine getirmesi bunu gösterir, bir hiççilik inancını değil. “Sadece ben varım” demesi, yalnızlığının dışa vurumudur. Kitapta geçen şu cümle bu hususu özetler mahiyettedir:
“Why can’t I have someone to talk to?” I said. The stars said nothing, but I pretended to ignore the rudeness. “The Shaper has people to talk to,” I said. I wrung my fingers. “Hrothgar has people to talk to.”
(“Neden benim konuşacak kimsem yok?” Dedim. Yıldızlar hiçbir şey söylemedi, ama ben onların bu kabalıklarını görmezden geldim. “Ozanın konuşabileceği birileri var” Dedim. Parmaklarımı sıktım. “Hrothgar (Kral)’ın da konuşabileceği birileri var.”)
Bir diğer cümle de yine Grendel’in ağzından, kendini ne kadar yalnız hissettiğini okuyoruz:
“But there was one thing worse. I discovered the dragon had put a charm on me: no weapon could cut me. I could walk up to the meadhall whenever I pleased, and they were powerless. My heart became darker because of that. Though I scorned them, sometimes hated them, there had been something between myself and men when we could fight. Now, invulnerable, I was as solitary as one live tree in a vast landscape of coal.”
(Ama daha kötü bir şey vardı. Ejderhanın bana bir büyü yaptığını anladım; hiçbir silah bana karşı işlemiyordu. Şölen salonunaa istediğim zaman gidebilirdim, bana karşı güçsüzlerdi. Bu yüzden içim daha da karardı. Onları küçümsememe rağmen, bazen onlardan nefret etmeme rağmen, onlarla savaşabildiğimde insanlarla aramızda bir şey vardı. Şimdiyse, yenilmez olarak, bir kömür arazisinde hayatta kalan tek ağaç gibi, olabildiğince yalnızdım.)
Beawolf destanında Grendel’in, Kabil’in lanetlenmiş soyundan geldiği söylenir. Ayrıca belirtmiş olalım ki; bu durum, o zamanlar Pagan dinini yaşayan İskandinavların, Hristiyanlık etkisine girmiş olduklarının bir göstergesi olması açısından önem arz eder. Gardner’in, Grendel’ı zaman zaman insani özelliklerle betimlemesinin bir nedeni de budur. Grendel, bazı sahnelerde düşünen, sorgulayan ve fikir yürüten bir varlık olarak karşımıza çıkar. İnsanlara yaklaşmayı ve hatta onlarla “barış” yapmayı dilemesi de bu insani tarafının açığa çıktığı sahnelerdir. Grendel, insanların “kahraman” olarak anılmak uğruna yaptıklarına bir anlam verememektedir, ama Kral Hortgar’ın şölen evini gözetlediği bir gün orada bulunan bir ozanın, arpıyla anlattığı destanlardan çok etkilenir. Bir çocuk gibi ağlar. Ancak bu duygusal durum çok uzun sürmez.
Ozanın dahi bu güzel destanları maddi menfaatler için söylediğini fark eder; bu, duygusallıktan hızlıca çıkmasına sebep olur. Ne yaparsa yapsın, insanın onu her zaman bir canavar, yenilmesi gereken bir düşman olarak göreceği gerçeğiyle yüzleşir ve katliamlarına kaldığı yerden devam eder. Ta ki “Beawolf ” isimli kahramanın bu ülkenin topraklarına ayak bastığı ana kadar. Beawolf, onu yenmek için çok uzak yerlerden gelmiştir. Kahramanlıkları “kendisinden önce giden” bir adamdır, Beawolf. Grendel’la ilk karşılaşmaları, Grendel’ın üstünlüğüyle son bulur; ama ikinci karşılaşma Grendel’ın hayatına mal olur. Beawolf, Grendel’dan sonra yavrusunun intikamını almaya kalkışan annesini de öldürür ve kahramanlıklarına bir yenisini daha ekler. Olay akışı özetle budur.
Grendel’ı özel kılan hususların başında, yazımın ilk başında da söylediğim gibi, bu dünyanın sadece insana ait olmadığı inancı üzerinden kurgulanmış olması gelir. Gardner, bu eseriyle, sadece kendi duygu, düşünce ve ihtiyaçlarına odaklanan insana, birlikte yaşadıkları diğer varlıkların farkına varmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Beawolf insanlığın kahramanı olabilir, ama Grendel’in katilidir. Nedeni belirsiz savaşlarda, kim bilir, kaç varlığı daha katletmiştir. Grendel ise karnını doyurmak için öldürür; sonradan insanlardaki canavarca yönleri, onların hemcinslerine acımadan kıyışlarını görmesi onu insanlığa karşı öfke ve nefretle doldurur, onu bir katile dönüştürür. Grendel’ın bu davranışı, insanlarla bir alay ediş ve insanın aklını başına getirmek için bir çaba olarak görülebilir.
Velhasıl önce Beawolf’u okuyup okumamış olmanız fark etmez, Grendel’ı hemen okuyabilirsiniz. Biraz efsanevi, biraz felsefi, biraz sosyolojik, biraz da trajik bir hikaye ise beklentiniz, umduğunuzu bulacağınız bir eserdir, Grendel. İyi okumalar.
Grendel
John Gardner
Yapı Kredi Yayınları
144 sayfa
Sevinç Üney Şahin
https://www.instagram.com/kir_mizi_kus/