Fersude
Çaresizlik tüm vücuduna sirayet etmiş amansız bir hastalık gibi her geçen an ruhunu sarıyor, takatinin son demlerini vuran narin bedeni ardından esen sert rüzgârın tesiriyle sarsılıyordu. Meydandan yukarı doğru tırmanan parke taşlı yola dönerken rüzgâr da sinsi bir düşman gibi yön değiştirmiş, lakin takibini kesmemişti. Adımlarını hızlandırmayı düşündü bir an. Ama düşmana teslim olmayı daha kolay kabullendi. Sırtını yalayıp esen rüzgârın uğultusu kulaklarını, soğukluğu tenini, şiddetiyse ruhunu esir etmişti artık.
Yol bitiminde sol köşedeki cam çerçeveli afişlerin önünde bekleyen adamı fark edince panikledi. Karanlığa saklamaya çalıştığı yüzündeki ifade hiddet miydi korku mu ayırt edemiyordu. Avına saldırmak için geri çıkan bir aslanın edaları mı vardı üzerinde, yoksa ürkek bir ceylanın acziyeti mi anlamak zordu. Karanlığın ortasında iki inci tanesi gibi parıldayan gözlerindeki sorgulayan düstur çelimsiz boynunu sürekli kendisine doğru çekiyor ama aynı mahcubiyetle diğer yanına düşen başıyla meraklı bir çocuk gibi görünüyordu.
Adımlarını hızlandırdı. Giderek derin bir karanlığa doğru yol alan sokağın sonundan sağ yana döndü. Az öncekine nazaran -puslu dahi olsa- daha aydınlık bir sokaktı bu. Ama ışığın kaynağını anlayamamıştı. Ay geceye küseli haftalar olmuştu. Beton binalar ardından Ay’ın tılsımlı aydınlığını izlemek namümkündü âdem için. Sokak lambalarının ölgün ışıkları da bu denli aydınlatacak kadar güçlü değildi. Bir gariplik vardı bu ışıkta. Bir yandan güven verip kendisine çekerken, öte yandan sırrıyla mütereddit eden bir gizemi taşıyordu.
Işığın aydınlattığı ihtiyar çehrelerinden tarihin bilinmeyen ayrıntılarının okunduğu evlerin sapağına geldiği anda yüreğindeki tarifi güç keşmekeşin yeniden peydahlandığını fark etti. Solukları hızlanmış, kalp ritimleri düzensizleşmiş, vücudu boncuk boncuk terle istila edilmişti. Kanı damarlarında ters akmaya başlamış gibiydi artık.
İlerledi. Kendi içindeki muhasebe her adımda daha da derinleşiyordu. Günlerdir zihnini kemiren, sondajlı dalgalar misali uğuldayıp duran aynı soru, şimdi nazlı bir hastanın iniltisi gibi tiz ve baygın bir sesle dudaklarından dökülüyordu:
“Nerdesin?”
Müreffeh sandığı hayatının aslında müzehhep olduğunu, aldatıldığını öğrenmenin idrakiyle cebelleşiyordu. Otuz yedi sene her adımda beyninde yeni bir hadiseyi sürüyordu gözleri önüne. Bir film karesinin süratle akışı gibiydi yaşadıkları şimdi. Yaşadığı ve aldığı şu anki nefesi gibiydi filmin sonu. Çünkü istikbâle dair ümidi tükenmişti. Ahiri bir aşüfte onuru kadar iki paralıktı gözünde.