Endülüs’te Bir Hafta
Masal tadında tarihi bir kurgu: Endülüs’te Bir Hafta
“Hayatta hiçbir şey sebepsiz değildir. Bazen çöle de kar yağar.’’
Tarihi bir yolculuğa hazır mısınız? İspanya’daki Elhamra Sarayında başlayan ardından tüm Akdeniz’i dolaştıran tarihi bir gençlik romanı. Okuyanı 14. Yüzyıl Endülüs’üne götürerek olağanüstü anlara şahitlik ettiriyor. Sanat ve tarihin iç içe olduğu roman okuyanda büyük bir merak barındırmayı amaçlıyor. Hatta öyle ki okurken sanki tarihi bir geziye katılmışsınız da rehber size bilgiler veriyor hissi çokça mevcut.
Bu genç kurgu dalındaki tarihi romanın kısaca konusuna değinmek istiyorum. Endülüs tarihi ile uğraşan Manolya, kendini eski yazmalara adamış bir hocayla (Altay Hoca) çalışmaya başlıyor. İkisinin birlikte çalıştığı anlardan birinde Altay Hoca rahatsızlanıyor. Dolayısıyla beraber gidecekleri sempozyuma Manolya tek başına katılmak zorunda kalıyor. Manolya el mahkum tası tarağı toplayıp Granada’daki sempozyuma konuşmacı olarak katılmak üzere yola çıkıyor. Tahmini bir hafta süreceği düşünülen sempozyum Manolya için aslında biçilmiş kaftan mahiyetinde duruyor. Yaptığı onca araştırmanın yanında ilham verici bir deneyimin de tesadüfen sahibi olacak.
‘’ Arap alfabesindeki harflerin yedişer yedişer yaratıldığına inanılıyor ve her biri evrendeki başka bir grubu temsil ediyor: Yedi gezegen, yedi peygamber, insan vücudundaki yedi organ, yedi kıta, yedi deniz, yedi cennet, dünyanın yedi katı ve yedi temel öge.’’
Granada’ya geldiğinde dua ettiği tek şey konuşmasını alnının akıyla tamamlamak oluyor. E tabi Altay Hoca’nın görevini istemeden de olsa devralmanın yarattığı sorumluluğunda üstünden bir an önce kalkmayı diliyor. Kürsüye çıktığı an heyecanı her halinden belli olan Manolya’yı tuzak sorularıyla terleten biri çıkıyor. Normal zamanda böyle tiplere pabuç bırakmayan bir tip olan Manolya, Altay Hoca’nın yerine gelmesinin yüzü suyu hürmetine densiz bu kişiye cevap vermemeyi yeğliyor. Kürsüden sinirle indiği bu anlarda Altay Hoca’nın sana eşlik etmesi için birini ayarladım sözlerini hatırlayarak etrafına tanıdık bir yüz ararmışçasına bakıyor.
Tesadüf bu ya az önceki densiz çocuk (Mateo) aradığı kişi çıkıyor. Manolya, Mateo gezmeyi kabul ediyor. Mateo onu öncelikle Granada’nın incisi Elhamra Sarayına götürüyor. Mimarisine aşık olduğu sarayın kimsenin önemsemediği yerleri Mateo ile keşfediyor. Herkesin baktığı ama göremediği şeyleri görmek Manolya’ya iham veriyor. Sarayın altındaki bilindik yerleri göstermeye başlıyor Mateo; ancak soğuk karanlıkla buluşunca yerleri karıştırıyorlar ve kayboluyorlar. Duruma sinir olan Manolya soğuğun etkisiyle kaybolduklarına tam anlamıyla inanıyor. Ki zaten bildiğini sanan Mateo da dahil oluyor kaybolduklarına inanma meselesine. Ancak ikisinin de tarih bilgisi çıkışı bulmalarına yardımcı oluyor. Duvardaki kilitli kapıyı açmaya çalışıyorlar. Birkaç kilit açılma sesi mutluluklarına kapı açıyor adeta. Ama onlar için mutluluk henüz yakınlarda bile değil. Açılan kapı tam da filmlerdekiler gibi sürgülü.

İçeri girerek hemen artlarından da kapıyı kapatıyorlar. Girdikleri odaya kapının açılması ile garip bir hal alıyor. Odada gördükleri şeyle adeta dilleri tutuluyor. Odaya 1300’lü yıllarda öyle bir sistem kurulmuş ki şimdiki zamanın bilimine taş çıkarır vaziyette. Manolya ve Mateo yanlarındaki misafir ile zamanda yolculuk yaparak buldukları usturlabın sırrını çözmeye çalışıyorlar. Ayrıca zamanlar arasındaki yolculuk ile de aslında yakılan yıkılan yok edilen eski zaman kütüphanelerinin ne kadar da değerli bilimsel bilgilerle dolu olduğuna bizzat şahitlik ediyorlar. Peki, gerçekten zamanda yolculuk yapılır mı? Bizler gerçekte hangi kozmik alemdeyiz? Peki, küçük misafir yaşıyor ise zamanın seyri, dönemlerin akıbeti de değişmeyecek mi? Mateo ile Manolya zamanda yolculuk yapıp 1300’lere gidiyorlar; ama geri dönebiliyorlar mı?
Roman; sır dolu, macera dolu. Her saniyesi heyecan veriyor insana. Adeta bir tarih kitabı. Ama aslında tarih kitabı değil. Kitabı okurken ara ara araştırmalar yapma gereği duydum. Değinilen yerler, satır aralarında verilen anekdotların doğru olup olmadığını teyit etmek istedim. Ve düşündüm ki aslında tarih kitaplarımız da bu şekilde yazılsaydı kim bilir belki de herkesin daha çok ilgisini çekebilirdi. Kalemiyle iyi ki tanıştım.
Endülüs’te Bir Hafta- Rana DEMİRİZ
Genç Timaş Yayınları- 272 sayfa