Dağların Türküsü
Şu anda, küçücük bir köyde olmayı ne kadar isterdim. Bir de çocuk olmayı… Büyük bir ceviz ağacının altında, sık yapraklı yeşil dalların, yeşil çimenlere yaydığı tüylü gölgede sırt üstü yatmak… Hafif meltemin beşiğinde hışırdayarak sallanan nefti yeşilliğin arkasına ikide bir mavi çehresini gösterip saklayan gökyüzünü seyretmek…
İstanbul’daki Kartal Yayınevi’nin sahibi olup okuduğu üniversitenin edebiyat bölümünden yıllar önce mezun olmuş olan Cevat Kartal’a, bir gün bir zarf gelir. Gelen zarf, çocukluğunu geçirdiği köyde birlikte büyüdükleri halasının oğlu Salih’tendir ve içerisinde bir defter ile bir de mektup yer almaktadır. Küçükken okuyup yazar olmayı istemiş olan Salih amacına ulaşamamış, ancak ilkokul öğretmeninin teşviği ile yazmaya başladığı günlüğünü yıllarca muhafaza etmiştir. Günlükte Cevat ile geçirdiği çocukluk günlerine, ilk gençlik dönemlerine ait birçok anı yer almaktadır. Bu anıları okuyup uygun bulursa kitaplaştırması için Cevat’a göndermiştir Salih. Kitabı okuyan Cevat eskilere, acı tatlı birçok hatırasının olduğu köydeki yıllarına döner.
“Bu romanı Salih Devecioğlu yazmadı. Çocuk Salih yazdı… Salih Devecioğlu’nun; Çocuk Salih’in otuz yılı aşkın bir zaman önce, defterine saf ve temiz düşünceleriyle not ettikleri olayların, bir bakıma kopyasını sana göndermekten başka bir hizmeti olmadı.”
İlkokul 1.sınıfta okuyan Cevat 2 sene önce annesini kaybetmiştir ve şehirde pilot subay olan babası ve üvey annesi ile birlikte yaşamaktadır. Cevat’tan 3 yaş büyük olan halasının oğlu Salih ise, köyde anne-babası ve diğer akrabaları ile birlikte yaşamakta aynı zamanda ilkokula devam etmektedir. Cevat’ın babası bir gün eğitim uçuşunda geçirdiği kaza sonucu şehit olunca, akrabaları ona sahip çıkar ve onu alıp köye getirirler. Şehir hayatına alışkın olan Cevat köyde; dostluğu, yardımlaşmayı, acı tatlı olayları tüm köy halkı büyük bir aile gibi birlikte yaşamayı ve daha birçok şeyi öğrenecektir.
Yıllarla birlikte büyüyen, yaşadıkları olaylar ile olgunlaşan Salih ve Cevdet, büyüdükçe hiçbir şeyden eskiden aldıkları tadı almadıklarını fark edecekler, zaten hayat da onları bambaşka yollara yönlendirecektir.
“Evet evet, büyümüştük… Küçüle küçüle kaybolan çocukluğumuzdu sadece. Düşlerimiz, hayallerimiz yayvan bir yuvarlaklıkla büyümüyordu masal ufuklarında. Artık her şey sivri ve köşeliydi… Düşlerimiz bile…”
Kitabı okurken çocukluğumun yazarları Kemalettin Tuğcu ve Gülten Dayıoğlu kitaplarından aldığımı tadı anımsadım. Hayatın acı-tatlı gerçeklerini, köy hayatındaki yardımlaşmaları, acı ve sevinçler kadar ekmeğini de paylaşmayı, büyüklere duyulan saygı ve gösterilen hürmeti, küçüklere karşı duyulan sevgi, hoşgörüyü ve unutulmaya yüz tutmuş birçok güzel duyguyu ve geleneği hikâyesinde barındırıyor ‘Dağların Türküsü’. Kitabı okurken, Anadolu’nun doğu bölgesinde, çocukluğumda, yatıp seyrettiğim gökyüzündeki yıldızları buldum satır aralarında… Yazarın sizi böyle geçmişte kalmış güzel hatıralara, yaşanmışlıklara götüren bir kalemi var. Ayrıca dili o kadar akıcı ve sade, betimlemeleri o kadar gerçekçi ki, köy halkı ile sevinip, onlarla üzülüp gözyaşlarınızı zapt etmeye çalışıyorsunuz. Ben bu hikâyede en çok saflık ve masumiyet ile özdeşleşen Deli Hamza (Hamza Ağa) ‘yı ve Samanyolu’nun masalını sevdim.
Yazar Saadettin Kaplan emekli bir astsubay. Ama edebiyat ile ilişiğini hiç kesmemiş, hayatının her döneminde yazmış. Kimi zaman dergilere yazmış, kimi zaman şiir, kimi zaman hikaye, kimi zaman inceleme, kimi zaman deneme; kısacası edebiyatın her dalında yazmış Saadetin Kaplan. Yazarın ‘Dağların Türküsü’ kitabı ise, 1990 yılında yazılmış ve dördüncü baskısını yapmış.
Maalesef ki gitgide uzaklaştığımız, geçmişte kalmaya yüz tutmuş kimi değerleri anımsamak isteyenlerin beğenerek okuyacağına inandığım bu kitabı, genç okurlara da mutlaka tavsiye ediyorum.
Dağların Türküsü
Saadettin Kaplan
Çelik Yayınevi
136 sayfa, 2015