Büyücü

John Fowles, bu kitabın üzerinden yazmış Koleksiyoncu kitabını ve onun satış başarısından sonra Büyücü kitabını da okur yorumlarına göre tekrar düzeltmeler yaparak bugünkü haliyle biz okurlara sunmuş.

Kitap güzel bir roman olarak başlıyor. İngiltere’de asker bir babanın Oxford mezunu oğlu Nicholas Urfe, çocukluk ve gençlik dönemlerinde ikili bir yaşam sürüyor. Aslında şair olmak isteyen ancak kuralcı bir babanın baskıları ile klasik İngiliz burjuva genç olarak yetiştirilen Urfe, bir gün kazada annesi ve babasını kaybederek asıl özgürlüğüne kavuşuyor.

“Doğru olan, doğuştan değil; yalnızca isyankarlıktan kinik olduğumdu. Nefret ettiğim şeyden kurtulmuş ama sevdiğim yeri bulamamıştım ve böylece sevilecek hiçbir yer olmadığına inandırmıştım kendimi.”

BüyücüKendisine yeni bir hayat kurmaya çalışırken Alison ile tanışıyor ve daha önceki ilişkilerine benzemeyen bir arkadaşlığa başlıyorlar. Bir gün yine iş ararken Yunanistan’nın Phraxos adasında Lord Byron okulunda İngilizce öğretmenliği için bir teklif alıyor. Hayallerinin peşinden oraya giderken Alison ile de zor bir ayrılık yaşıyorlar.

“Kimi insan vardır, topluma hiç farkında olmadan karışır, kimiyse topluma onu denetim altında tutarak karışır. Biri vitestir, dişli çarktır, diğeriyse bir mühendis ya da sürücü. Ama bunun dışında durmaya karar veren bir kişinin yalnızca kendi varlığı ve hiçliği arasındaki çözülmeyi ifade etme yetisi vardır.”

Phraxos’ta kendini bulmaya çalışan Nicholas, adanın diğer tarafında yaşayan Maurice Conchis ile tanışıyor ve kocaman bir tiyatro sahnesinde kendine biçilen rollere giriyor. Siz de kendinizi, neyin gerçek neyin oyun olduğunu, iyi ile kötünün hangisi olduğunu bulmaya çalışırken buluyorsunuz.

İnsan soyu önemsizdir. İhanet edilmemesi gereken insanın kendisidir.

“ Mesele yüzmekte değil. Hangi yöne yüzeceğini bilmekte.”

Bir başyapıt okuduğunu bilmek, kitabı okurken kelime kelime irdelemek demekti benim için ve kitabı gerçekten sindire sindire okudum. Birçok yerde Urfe’nin de bu oyuna gönüllü olduğunu hissettim; mesela bu oyunun içinden çıkabilirdi fakat o ısrarla her davete gitti. Burada da kişilik analizinin yapılmasını kendisinin de istediğini düşünüyorum. Babasıyla olan ilişkisinin kendisinde açtığı yaralar mesela…

“Obsesif bir şekilde babayla özdeşleşme. Tüm bunlar içinde bulundukları ıssızlıkta iyice kötü bir hal almıştı.”

Burada da kıvrak bir zeka var ve hayran kalmamak elde değil. Kocaman bir labirentin içindesiniz ve sürekli roller değişiyor. Bir Norveç’e gidiyorsunuz orada dünyevi her şeyle ilişkisini kesmiş Gustav’la Tanrı’yı sorguluyorsunuz bir bakmışsınız savaşın ortasında kalmışsınız Nazilerin işkencelerini yaşıyorsunuz. Mitolojiden, De Sade’den, Shakespeare’nın Fırtınasından alıntılarla dolu kitapta sürekli farklı sonlar hayal ediyorsunuz . Tabi ki her hikayede sizin bulduğunuz sonlar tamamen değişiyor. Bu da kitabın büyüsünden kaynaklanıyor sanırım.

Büyücü
John Fowles
Ayrıntı Yayınları
686 sayfa, 2015

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir