Bir Aşk Bir Kurşun ve Ötesi

” ”Ne sandındı ya!” diye atıldı hoca, ”Öyle sivri miğferler giyerek adam olduklarını sanmasınlar… Karşılarında Avrupa’nın, Asya’nın ve Afrika’nın en medeni milletilerinden biri var. Eğer illa bir Avrupa dili konuşmaksa marifet, öyle kendilerinin haşırtılı huşurtulu dilleriyle konuşmam ben, aşk dilini, Fransızcayı yeğlerim. Anlasınlar!…” ”

Berlin’de askeri eğitim alan Ahmet Nazım Efendi, vatanında savaş çıktığını ve desteğe ihtiyaç olduğunu öğrenir öğrenmez yola çıkar.Tren istasyonunda beklemediği ve tanımadığı biri tarafından karşılanıp, peşlerindeki casuslardan gizli saklı getirildiği yerin eski öğretmeni Tarihçi Sadullah Bey’in evi, eski tarih öğretmeninin de Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olduğunu öğrenince çok şaşırır. Kendisine verilen göreve göre; Enver Paşa komutasındaki Kars tarafında düşmanı söküp atmayı hedefleyen orduya, malzeme götürdüğünü iddia eden gemide, Enver Paşa’nın yeğeni sıfatı ile casus olarak seyahat edecek, gemideki Alman casuslarını kontrol altında tutacaktır.

Vatanına karşı görev aşkı ile yanıp tutuşan Ahmet Nazım elbette bu görevi hemen kabul eder. Zira babası Trablusgarp’da silah arkadaşı Enver Paşa ile birlikte çarpışırken şehit düşmüştür. O günden sonra Enver Paşa, Ahmet Nazım’a babalık yapıp, evlerinden yardımı, ilgi ve alakayı hiç eksik etmemiştir. Bu bakımdan Enver Paşa’nın, Ahmet Nazım’daki hatırı pek başkadır. Önce yıllardır görmediği annesine uğrayıp elini öperek ondan helallık alan Ahmet Nazım, yola çıkmadan önce Enver Paşa’nın konağına da uğrar. Orada paşanın eşinin huzuruna çıkan Ahmet Nazım’a, Enver Paşa’ya iletmesi için bir emanet verir Naciye Sultan.

“Biliyordu ki, basit bir metalden oyulan bu madalya, Sultan’ın Paşa’ya yolladığı sadece bir uyarı simgesi değildir; aynı zamanda, bir gönülden diğer bir gönüle fısıldanan kim bilir hangi mahrem söz, alev alev kaleme alınmış hangi mektup cümlesi, birlikte mırıldanılmış hangi şarkının beytü’l-gazelidir ve şüphesiz, hasret üstüne hasreti yaşayan bir aşkın her gece açan gülü, her seher öten bülbülüdür, ama her şeyden önce o, sahibine ulaştırılması şart, aziz bir emanettir.”

Kimin dost kimin düşman olduğu belli olmayan, herkesin tedirgin ve şüphe içerisinde olduğu bir zamanda, Ahmet Nazım’ın bindiği gemi İstanbul’dan Karadeniz’e doğru hareket eder. Trabzon’a vardıklarında annesinin vefatını öğrenen Ahmet Nazım, ”görevimi yarım bırakarak dönersem anamın kemikleri sızlar” diyerek yoluna devam eder. Gürcistan’a vardıklarında gemideki Alman casuslar ile birlikte Ruslara esir düşen Nazım aynı zamanda, Türk Kafkas ordusunun yüz bin asker ile Sarıkamış’da donarak öldüğünü de öğrenir. Alman asıllı Rus komutanın onu özgür bırakma teklfini reddederek, Alman casusların peşinde esaretten esarete sürüklenir. 8 yıllık esareti sırasında, bir çok esir kampında geçen hayatı boyunca kadim dostlar edinir. Peşinden ayrılmadığı Alman casusların kamplarda ölmesinden sonra, tek bir görevi kalır; Enver Paşa’ya emanetini ulaştırmak… Gittiği kamplardan birinde Enver Paşa ve askerlerinin Almanya’ya kaçtığını öğrenince yerine getirmesi gereken bir görevinin de kalmadığını düşünür.

Abakan’daki esir kampında iken, gönlünü Şaman Türklerinden birinin kızı olan Izarga’ya kaptırması tam da bu zamanlara denk gelir. Vatan aşkı ile Izarga’ya olan aşkı arasında kalan Ahmet Nazım, Izarga’dan tek hatıra olan küpe şeklinde çiçeklerle bezenmiş mendili de alarak, savaşmaya devam etmek için memleketine ulaşmak amacı ile yollara düşer. O ne kadar vatan sevdasından vazgeçemiyor ise, Izarga da onun sevdasından vazgeçemez. Kökserek yerleşkesinde bir süre kaldıktan sonra Enver Paşa’nın Buhara’da olduğunu öğrenen Ahmet Nazım, bir kez daha seçimini vatan sevdasından yana kullanarak düşer Buhara yollarına. Bakalım Ahmet Nazım bu yolda görevini yerine getirebilecek mi?

Tarihi romanları, yaşanmışlıkları okuyarak yaşamayı pek severim. Bu romanı okurken vatan sevdasının, ana – baba – yar sevdasından çok daha üstün tutulduğunu, bu günümüzü yaşayabilmemizin ardında nice kahramanlar olduğunu tekrar hatırladım. Esir kamplarına da düşseler, aç-susuz da kalsalar, canları pahasına düşmanla da savaşsalar, hepsi bir gönül adamı, bir sevdalı imiş. Vatan aşkı tüm aşkların üzerinde olan bir sevdalı…

Kitabın dili oldukça sade, anlatım oldukça akıcı idi. Böylesine güzel bir dile sahip olmasında, yazarın eğitimci rolünün önemli yer tuttuğunu düşünüyorum. Yazar Hasan Kayıhan, yıllar önce yazdığı ilk romanı ile Peyami Safa Roman Yarışması’nda ikincilik ödülü almış. Başka romanları ile kazandığı ödüller de hiç azımsanmayacak sayıda.

Bu kitabın öyle bir sonu var ki ”Ah! Ki ne ah…” dedirtti bana. Siz de yaşanmışlıkları, tarihimizden hikayeleri okumayı seviyor ve ilgi duyuyor iseniz, mutlaka okumanız gereken bir kitap ‘Bir Aşk Bir Kurşun ve Ötesi’

Bir Aşk Bir Kurşun ve Ötesi
Hasan Kayıhan
Bilge Kültür Sanat
288 sayfa, 2017

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir