A’mak-ı Hayal
Hayal ve gerçeğin birbirine karıştığı, insanın kendini ve tasavvufi olarak gerçek âşkı aramasını, Dünya ile Manevi benlik arasındaki savaşı, masalsı bir anlatımla keyifli şekilde yansıtan bir kitap A’mak-ı Hayal.
Kitap anlatımlarında uzun dipnot açıklamaları yer aldığından kendinizi iki farklı anlatımlı bir kitabın içinde buluyorsunuz. Belgesel niteliğinde, akıcı okumayı engelleyen uzun ve detaylı anlatımlı açıklamalar dipnotlarda verilmiştir.
Yazarı Filibeli Ahmet Hilmi, 1815-1914 yıllarında yaşamış olan tanınmış bir Türk mutasavvıf ve düşünürdür. Vahdet-i vücud (varlık birliği) inancını savunmuş olup Amak-ı Hayal’de de bunu yansıtmıştır.
-Yine neyin var?, dedi.
-Hiç, dedim.
Bu ‘hiç’ yalnızca o andaki halimi açıklamak için söylenmişti. Ağzımdan çıkan bu ‘hiç’ kelimesi aslında kâinatı tarif ediyordu.
Kitabın ana karakteri olan Ahmed Râci’nin, hakikat arayışında ona kılavuzluk eden Aynalı Baba ile olan sohbetleri ve Aynalı’nın üflediği neyle daldığı hayal âlemlerinde kendi yüzleşmeleri, sorularına cevap veren düşleri, birbiri içine geçen hikayeleri oluşturmaktadır.
Hint öykü ve masallarında sıklıkla karşımıza çıkan, Bindir Gece Masallarında‘da da gördüğümüz masal içinde masal olma ve masalların sonunda ders veren öğütlerin bulunması, bu kitapta da görülmektedir. Zaten kitabın içeriğinde Hint inanışlarında yer alan Buda, Zerdüşt gibi kutsal karakterlere sıklıkla yer verilmektedir.
Kitabın dikkat çeken bir özelliği Mutlak olan Allah inancı temelli Müslümanlık ile insanların arayışları sonucunda ortaya çıkan felsefi akım ve dinlerin özellikle de Hint dinlerinin karşılaştırması yapıldığı izlenimi vermektedir.
“Zerdüşt sordu:
-Nereden geldin?
Kalbime ilham edilen şu cevabı verdim:
-Sebep ve hikmetinden sual olunmayan Allah’tan…
-Niçin geldin?
-Allah, aydınlık ile karanlıkları ayırmak, aydınlık ile âdil, karanlıklar ile kahhar olmayı istedi. Aydınlığa ‘ben’, karanlıklara da ‘benden başkası’ dedi.
-Sonra ne olacak?
-Allah’hep ben, hep ben’diyecek. ‘Benden başkası’ demeyecek”
Kitabın bir diğer özelliği insanın kendi nefsiyle mücadelesidir. Bu konu sıklıkla öykülerde yer verilmiştir.
“-Ey, benim gücümü inkâr eden gafiller! İyi bilin ki ben pehlivanlar pehlivanı, yiğitler yiğidi Nefs-i Emmâreyim. Şimdiye kadar yenemediğim hiç kimse olmadı. Beş bin değişik şekle girerim ben. Bin türlü silahım vardır. Ey miskin Hikmet! Gel, kendi rızanla teslim ol! Benim gözümde bir sinek kadar değerin yok. Fakat nedense seni severim. Çünkü senin bana hizmetin dokundu. Haydi, teslim ol da kurtul, dedi.
Cesaretimi toplayarak bu teklifi kabul etmedim.”
Kitapta Râci çeşitli hayallere dalarken, öykülerinde ya tasavvufi olarak önemli bir karakteri temsil eden (Hikmet gibi) kişi ya da önemli bir babanın oğlu olarak yer almaktadır.
Râci, bu arayışlar sırasında yaşadığı sefa ve eğlenceye düşkün hayatından uzaklaşıp kendi derinliğine inince çevresi tarafından delirdiği düşünülür.
“Ne arıyorsun? Edebi hayatı mı? Zavallaı dostum! Bu geçici hayatta ne buldun ki onun ebedisini arıyorsun? Sana soruyorum, bu hayatta ne var?” diyen arkadaşına şöyle cevap verir Râci, “Ben bu hayatı; dünyaya niçin geldiğimizi, ne olacağımızı, bizi bu dünyaya göndereni anlamadan terketmemeye niyet ettim. “
Aslında hepimiz bir arayıştayızdır… En çok da mutluluğu arar insanoğlu.. Özellikle de herkes mutlu olmak isterken, mutluluğu ararken, niye mutlu olan yoktur?
Aynalı Baba der ki “ Her insan, akıl ve vicdan sahibi herkes, hatta basit bir hayvan bile bu dünyada, ihtiyaç hissettiği andan itibaren mutluluğu aramaya başlar. Bu öyle bir kanundur ki, bütün tabiat kanunları değişse bile bu kanun değişmez. Acaba mutluluk nedir? Belki de yalnızca bu dünyanın gürültü patırtısından uzak olan deliler mutlu sayılabilir.”
A’mak-ı Hayal
Filibeli Ahmed Hilmi
Kaknüs Yayınları