Adsız Roman

“Yıllar sonra yaşlı bir Çerkes, Karadeniz kıyılarında gördüğü bu acı manzarayı şu sözlerle dile getirecekti:

Deniz kenarında yıllarca insan kemikleri vardı. Kargalar erkek sakallarından ve kadın saçlarından yuvalarını kurardı. Deniz yedi yıl boyunca karpuz gibi insan kafataslarını attı sahile. Benim orada gördüklerimi düşmanımın bile görmesini istemem.”

Bu kitabı okuduktan sonra üzerinde çok düşündüm. Tarih kitaplarında ne yazıyordu? Savaş yılı, ne kadar sürdüğü, ölü sayısı, bittiği tarih, yapıldıysa bir antlaşma ve bunun şartları. Hangisi ne kadar kaldı aklımda? Evet, çoğunu unuttum. O kitaplarda sadece bilgi vardı duygu eksikti. Ama böyle kurguyla harmanlanmış kitaplarla anlatılanları yansıtan cümlelerin kalbimde bıraktığı ritim ile unutmam biraz zor.

Kitap, Rusya’nın Kafkasya’da ki Çerkes’leri, kendi çıkarları uğrana nasıl bir sürgüne sürükledikleri ve bu sürgün sırası ortaya çıkan soykırımı anlatıyor. Kitabı okumadan önce yazarı tanımak için nette kendisi hakkında biraz bilgi edindim. Bu kitabı yazmak için üç yıl bu savaş hakkında araştırma yapmış. Savaşın gerçekleri ile aklındaki hikâyesini birleştirerek ortaya güzel bir kurgu çıkarmış. Sadece savaş zamanını değil iki zaman dilimini de kullanıp günümüzü de ekleyerek iki katmanlı bir hikâye yaratmış. 1864 yılında Çerkes soykırımı okurken diğer tarafta ise bir ailenin soykırımı vardı desem yeridir sanırım. Anlatılan karakterlerin kökleri ise aynı soya bağlamış.

Günümüz olan anlatımda on iki yıl sonra ülkesine dönen Neri’nin sesine kulak verdim. Çok sevdiği anneannesini kanserden kaybeden, annesi ve babası gözlerinin önünde öldürülen, dedesinin yurt dışına yolladığı Neri… Çocuk olarak çıktığı yurduna genç bir kız ve gizli bir amacı olarak dönen Neri…

Sürgünün gerçeklerini ise Neri’nin anneannesinden kalan küpü satması sonucu içinden ismi olmayan bir romanın çıkması ile öğreniyoruz.Bu roman, 19. yüzyılda Kafkasya- Rusya savaşında sürgün edilen Çerkes halkının yaşadığı savaş ve sürgün dönemi ile savaşın ortasında kalan Janset’in vefası mı aşkı mı ağır basacak diyerek Jankat ve Elbruz arasında kalan yüreğinin sesini dinliyoruz. Ama en çok savaş zamanı çekilen acıların onların gözünden dile dökülenler etkiledi beni.

Rus’ların sürgüne zorlarken yaptıkları çok acımasızdı. Önlerine geleni öldürdükleri yetmiyor gibi bir de geri dönmesinler diye evlerini, ekili tarlalarını, hayvanlarını yakıyorlardı. Osmanlı topraklarına giden gemiye ulaşmak için çıktıkları yolda çaresizlik o kadar büyüktü ki, ellerinde giyecek ve yiyecek olmayan insanlar biraz daha yaşamak için ölenlerin kıyafetlerini almak zorunda kalıyorlardı. Nasıl olsa ölecek diyerek gemide yer kaplamasın diye diğer ölülerle birlikte Karadeniz’in sularına atılanlar vardı. Bir mezarı bile olmayanlar…

“Bazı kaptanlar, rotalarını denize atılan ve daha sonra yüzeye çıkan cesetleri takip ederek belirlediğini itiraf edecekti.
İşte bu acılar nasıl yerleşti ise yüreklere, Osmanlı’ya sağ salim varanlar torunlarına anılarını anlatırken, Karadeniz’den çıkan balığı neden yemediklerini de anlattılar. Çünkü Karadeniz toplu mezardı Çerkes’ler için… Karadeniz’in balığı, arkadaşlarıyla, analarıyla, evlatlarıyla doyurmuştu karnını.”

Adsız RomanKitabın içinde beni etkileyen o kadar çok şey var ki hangisini anlatsam bilemiyorum. Yapılanlar sürgün adı altında resmen bir soykırımdı. Kendi ülkelerinde canlarını kurtarıp Osmanlıya kaçsalar bile onların yaşam savaşı hiç bitmedi. Birlik olmasınlar diye farklı noktalara dağıtıldılar, köle ve cariye olarak satıldılar, yine savaşlara katılmak zorunda kaldılar.
Günümüz bölümünde geçen yerlerde de çok güzel konuşmalar vardı. Özellikle Suphi amca karakterinin anlattıkları dinlemeye değerdi.
“Soykırım yapılır, adına da göç denir. Halklar birbirine düşürülür,taraflaştırılır, adı iç savaş olur. Zeminini hazırlayanlarda dışarıdan izler. Din maşa olarak kullanılır, halk bilinçli olarak muhafazakâr seviyede Müslümanlaştırılır, cihat adı altında din savaşı denir.”

Yazar iki hikâyeyi de birbirine paralel olarak anlatmış okurken hiçbir şekilde kopukluk hissetmedim. Günümüz anlatımında Neri’nin planını meraklı bir şekilde okurken, 1864 yılında ki savaşın etkilerini iliklerime kadar hissettim. Yazarın merak uyandırıcı ve bilgilendirici bir anlatımı var. Özellikle Çerkes’lerin milli ve kültürel özellikleri, ülkelerinin konumu ve değeri, savaşçılıkları çok güzel işlenerek daha farkına bile varmadan bilgilenmemi sağladı.

Geçmişi ve günümüzü sorgulamamı sağlayan beni araştırma yönelten bir kitap oldu. Çerkes’lerin acıları ortak oldum, kendimi onların yerine koymaya çalıştım. Okurken bile duygularım karmakarışık oldu. Vatanları terk etmek, bilmediği bir yere zorunlu göç yapmak zorunda kalırlarken yaşadıkları acılar, imkânsızlıklar, soğuk, yokluk ve ölümle;çaresizlik ve umudun iç içe geçmesini okurken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Yazarın anlatımını, kurgu ilerleyişini, tarihe ışık tutan yönlerini kısacası kitabı çok sevdim. Tarihi kurguyla harmanlanmış gerçeğe dayalı bir kitap okumak isteyenlere tavsiyemdir.

Altını Çizdiklerim:

Hayatla kavgası bitmemiş insanların dilinde ‘İyi ki’ler olmaz, ‘Keşke’ler olur.

Uzak olunca inanması da, inandırması da kolay oluyor.

Kaybedince değil, umudunu yitirince çöker insan.

Bilmişlik değil, bazı nasihatleri yaşanmışlık verdirir.

Velhasıl hep aynı stratejiler. ‘Küçült güçsüzleşsin. Kafasını karıştır, yolunu şaşırsın. Cahilleştir, hızla işi bitsin.

Öyle bir an gelirdi ki, tüm “Asla”lar, “Neden olmasın”a, tüm “Yapmam”lar, “Hak etti”ye dönebilirdi.

Sen yeter ki her şeyin güzel olacağına dair umudunu yitirme. Çünkü kaybedince değil, umudunu yitirince çöker insan.

Adsız Roman
Sema Soykan
Alfa Yayınları
312 Sayfa, 2018

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir