50 Muhteşem Kısa Hikaye
Adı gibi, muhteşem bir kitap. Kapağını kaldırıp, sıralanmış isimleri gördüğünüzde kendinizi cennete düşmüş gibi hissediyorsunuz. Yirmi üç yazara ait toplam elli hikâyeden oluşan bir seçki. Kimler yok ki bu kitapta.
Mesela, en sevdiğim Kafka var. Onun hikâyelerini okurken tadacaksınız, bir ölüm anını yazarın nasıl da sıradan bir şeymiş gibi anlattığını ve hikâyenin sonunda bir an tereddüde düşünecek ve sorgulayacaksınız, kahramanın gerçekten ölüp ölmediğini anlamaya çalışacaksınız.
Efendime söyleyeyim, mesela Andersen’den bir masal okuyacaksınız. Çocukken okuduğunuz, masumca bir çeviriye dönüşmüş ve sizi üzmeyen sonunun aslında öyle olmadığını, minik kibritçi kızın melek olup uçmadığını, ne yazık ki içinizi acıtacak gerçekliğiyle ve içine gömüldüğümüz acımasız sistemin gerçek yüzünü hatırlatırcasına, donarak öldüğü o soğuk gerçek son ile tanışacaksınız hikâyede.
Daha neler mi var… Mesela Panait İstrati ile sonu hiç gelmeyecek bir masalın içine düşmüş gibi hissedeceksiniz.
Maupassant ile basit bir olay nasıl hikayeye dönüşür görecek ve kendinizi bir anda olayın geçtiği yerde bulacaksınız.
Rilke ile şiir tadında sıcacık hikayeler okuyacaksınız.
Ayrıca Oscar Wilde ‘ın çocuklarınıza anlatmanız için size bir hikaye yazdığını görecek ve belki de daha önce bu yazarlar ve hikayeleri ile tanışmadığınıza üzüleceksiniz!
Mesela bugüne kadar Stefan Zweig okumadıysanız, bu durumdan pişman olacağınıza kesin gözüyle bakılabilir. Kitabın son hikâyesi olan, “Herkesin Dostu: Anton” hikâyesinden kısaca bahsetmek isterim size. Hikâyeye “Hayatta pek az kimsenin başarabildiği iki zorlu iş vardır: Hemcinsleri arasında tek düşman kazanmadan yaşamak ve etraftan bağımsız olması nedeniyle şu yeryüzünün en büyük kuvveti olan paranın esaretinden kurtulmak.” diyerek başlıyor. Ve bir gün yolda yürürken, kaşınan köpeğine kene yapıştığını fark eden Anton’un samimi yardım teklifi ile onunla tanışıyor. Daha sonra kim olduğunu öğreniyor Anton’un. Anton herkesin dostu olan ve paraya ihtiyaç duymayan bir kimsedir. Bir şeye ihtiyacı olduğunda herkesin ona canı gönülden, ihtiyacı olan şeyi verdiği bir kimsedir. Paraya itibar etmez Anton. Kimin neye ihtiyacı varsa koşar elinden gelen her türlü işi yapar ve yaptığı işin büyüklüğü ne olursa olsun, ihtiyacından fazla para almaz. Bu durumu yazar “tasarruf hesabına para yatırmak yerine hemşerilerinin şükran duygularını bir banka hesabıymışçasına kullanıyordu” diye ifade ediyor.
Çok saygın bir kişi olan Anton’a herkesin kapısının ve sofrasının açık olduğunu söylüyor ve onu bir ermişe benzetiyor.
O herkesin ne işi olursa yapıyor. Yeter ki elinden gelen bir iş olsun. Ve bunun karşılığında ihtiyacından fazla parayı, siz verseniz de almıyor. Çünkü onun için bugün ve yarın gerçekten ihtiyacı olan kadarı, yeterli. Geleceği düşünmek gibi bir kaygısı yok. Aç ya da susuz kalacağına dair bir korku ya da kaygı hissetmiyor.
Yazar hikâyeyi şu paragrafla bitiriyor: “Bu karşılıklı güvenin sırrını herkes öğrenebilse, dünya üstünde ne polis kalırdı, ne mahkeme, ne de hapishane… Paraya da hiç mi hiç ihtiyaç olmazdı. Her birey, aynı o adam gibi, kendinden, elinden geldiğince çok şey veren, buna karşılık ihtiyacı olmadıkça fazlasını kabul etmeyen o adam gibi yaşayabilseydi, içinden çıkılamayacak kadar karışık ekonomik sistemimiz biraz rahatlamış olmaz mıydı?
Yazar son kertede, bu yorumu ile günümüzün en büyük sorunlarından birine de değinmiş oluyor. Bizi para kazanmazsak aç kalacağımıza inandırmış, devamlı tüketmek, almak, almak ve almak ve yine tüketmek üzere programlamış gibiler… Bu çılgınca kısır döngü içinde ve aynı şeyi tekrar tekrar yaparak ihtiyacımız olandan kat kat fazlasına- sonuçta ihtiyacımız olmayana- sahip olmak için, daha da fazla çalışmak ve tüketmek gerçeğine vurgudur. Günümüzde gerçek ihtiyaç için alışveriş yapmak ile sadece beğendiğimiz için almak arasında büyük bir çizgi varsa da maalesef bunu göremediğimiz açıktır. Tüketime odaklı sistem bugün maalesef reklam vb şeylerle bizi bunun içine çekmektedir. Bizde bu çılgınca düzene ayak uydurarak ve üretime tek bir katkı sağlamadan, mutlak tüketime hizmetle günümüzü gün etmekte değil miyiz?
50 Muhteşem Kısa Hikâye çevirisi Süha DEMİREL’E ait. Seçilen yazarlar bakımından ve onların hikâyeleri arasından yapılan seçki çok nitelikli ve özenli. Bu nedenle çok başarılı buldum. Çevirmen daha önce Paul Lafargue, Tembellik Hakkı; Mihail Bulgakov, Köpek Kalbi; Marcel Proust, Okuma Günleri gibi kıymetli eserlerin çevirilerini de yapmış.
Adı gibi Muhteşem 50 Kısa Hikâyeyi başucunuzdan ayıramayacaksınız. Muhteşem çevirisi ile, güzel bir hikaye maratonu sunuyor bize kitap. Kitabı bitirdiğinizde, yazarlar hakkında bir parça merak uyandıracak sizde. Belki de bir kaçının dilini kendinize yakın hissedip bundan sonra hangi yazarı okumaya devam etmek isteyeceğinizi belirlemede yardımcı olacak bir kitap.
Bu nedenle mutlaka kitaplığınızda bulunması gereken bir kitap diye düşünüyorum. Tavsiyem, her gün bir hikâye maratonu başlatmanız ve her sabah kahve eşliğinde bir hikaye ile günlük okuma yolculuğuna başlamanızdır. Keyifli ve bol okumalı günler dilerim.
50 Muhteşem Kısa Hikaye
Tefrika Yayınları
400 sayfa
Bir kitap bu kadar güzel anlatılabilir….
Teşekkür ederiz..